9 Nisan 2014 Çarşamba

PARALEL YAPININ ASLINDA İSLAM İLE ALAKASININ OLMADIĞINI HALKA İKNA EDERSENİZ BAŞARI ELDE EDERSİNİZ.

O gün, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler.
(Zuhruf 67)

SELAMALEYKÜM
PARALEL YAPININ ASLINDA İSLAM İLE ALAKASININ OLMADIĞINI HALKA İKNA EDERSENİZ BAŞARI ELDE EDERSİNİZ.
BAZI DELİLLERİ GÖNDERİYORUM.
Eğer bir vaiz halkı ağlatmaya, yaka parça yırttırmaya çalışıyorsa, bilinki o adam gafildir.
(VERİLEN LİNKLERDEKİ FİLMLER GÖZTERMEYEBİLİR.ÇÜNKÜ AHTOPOT GİBİ SANAL ALEMİ ELLERİNE ALMIŞLAR)
"Eğer sen yeryüzünde yaşayan insanların çoğuna uyacak olursan, bunlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanların, sanıların peşinden giderler, sırf tahmin yürütürler."Enam-116
Yeryüzünde yaşayanların -tıpkı günümüz gibi- çoğunluğu cahiliye mensubuydu. Tüm işlerinde Allah'ı hakem yapmıyorlardı. Allah'ın kitabında bildirdiği şeriatı bütünüyle kanun edinmiyorlardı. Düşüncelerini ve fikirlerini, düşünce ve hayat metodlarını Allah'ın yol göstericiliğinden ve direktiflerinden almıyorlardı. Bu yüzden -tıpkı günümüz gibi- cahiliye sapıklığına dalınışlardı. Gerçeğe dayanan, gerçekten alınan bir görüş ileri sürmeleri, bir söz söylemeleri mümkün değildi. Kendilerine uyanı, yollarını, takip edeni sapıklıktan başka bir şeye yöneltmezlerdi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi kesin bilgiyi bırakıp zan ve sezgilere uyuyorlardı. Oysa zan ve sezgi olsa olsa sapıklıkla sonuçlanırdı. Bu nedenle Allah'ın yolundan sapmaması için yüce Allah peygamberini onlara uymaktan, onları takip etmekten sakındırıyor, hem de bu şekilde genel bir ifadeyle.

İSLÂM AKİDESİ
Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur : "Onlar zandan başkasına tabi olmazlar. Halbuki, zan haktan bir şey ifade etmez." [5] Bu hitapla akide hakkında konuşurken zanna tabî olanları teşhir edip azarlamıştır.
Allahu Teâlâ zanna bir delalet (sapıklık) olarak itibar etmiştir. Nitekim Allahu Teâlâ; "Eğer sen yeryüzündekilerin çoğunluğu
na itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar." [6] buyurmuştur. Allah zanna hiç bir zaman ilim (kesin delil) olarak itibar etmemiştir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu : "Onunla (inandıklarıyla) ilgili kendilerinde ilim (kesin delil) yoktur. Ancak, zanna uyarlar. Halbuki zan, haktan bir şeyi ifade etmez." [7]
[5] Necm : 28
[6] En'am : 117
[7] Nisa : 157

Not.Eğer linkler açılmazsa kopyalayıp googlede ara.

BEN ADAMI SEVMEM AMA SÖYLEMİŞ OLDUĞU SÖZ DOĞRU(NEDENMİ?ÇÜNKÜ İSLAMDA ANA DELİL OLARAK KURAN,SÜNNET,İCMA,GIYAS VARDIR.SANAL ALEMDEKİ SÜNNET İNKARCILARINI KAST EDİYOR) AMA SONUNCUSUNDA YİNE SAPTIRIYOR.İÇMAİ ÜMMET’TE HALBUKİ İÇMAİ SAHABE OLACAK.
BU İSLAMI ÖĞRENMEK İSTERSEN BAZI İLİMLERİ ÖĞRENMEN LAZIM.YOK İKİ REKAT NAMAZ KILIP SAKAL CÜBBE BU SAMİMİYETİ GÖZTERMEZ.
HER ALİMİNDE ARKASINDAN GİDİLMEZ.
BEN DERİM HEP MESELE İSLAMA GİRMEKTE DEĞİL İSLAMA GİRDİKTEN SONRAKİ ENGEBELİ KOŞUDA
BEN 22-23 SENEDİR OKUYOR ÖĞRENMİYE ÇALIŞAN BİRİ OLARAK EN DOĞRU HİZBU-TAHRİRİN AKİDESİNİ VE VAKAYA MUTABIK OLUŞUNU GÖRDÜM
KARDEŞLERİMEDE ONU TAFSİYE EDERİM.
EĞER ONUNDA BİR YANLIŞI OLDUĞUNU GÖREN VARSA BİLDİRMEZSE O MÜMİN OLAMAZ.
http://kitaplar.weebly.com/hizb-ut-tahrir.html

BAK BURDA DA DOĞRUYU SÖYLERKEN BİLE HİLE YAPIP MÜSLÜMANLARI BAŞKA YERLERE YÖNLENDİRİYOR. O DA ŞU MÜSLÜMANLARIN DELİLİ KURAN SÜNNET DERKEN ARDINDAN GELEN İÇMAİ SAHABİ DELİLİNİ DEĞİŞTİRİYOR.İÇMAİ ÜMMET DİYOR.
NİYE ÖYLE DİYOR DERSENİZ DEMOKRASİ GİBİ BATININ İCADINI BİZLERE EMPOZE ETMİYE ÇALIŞIYOR.
BAKIN KARDEŞLERİM BU CENNETİ KAZANMAK ÖYLE TEMENNİ İLE OLMUYOR. EĞER CENNETE TALİP İSEK İSLAMI KURALLARINA GÖRE ÖĞRENELİM.
YOKSA ŞEYTANIN OYUNUNA GELİRİZ.
BAK NE DİYOR ŞEYTAN.
ŞEYTANIN VAADİ DELİLİ
Araf Suresi 14-17 ayetlerinde:
Ya Rabbi beni Cennetinden çıkardın, bana kıyamete kadar ömür ve mühlet ver de senin kullarının doğru yolu üzerine oturup onların önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşarak vesvese verip doğru yollarından saptıracağım dedi. Allah’u Teala Sen benim ihlaslı kullarımı saptıramazsın. diyerek Mühlet verilenlerdensin dedi
http://www.islamdevleti.org/kitaplar/demokrasi/index.htm
FETHULLAH GÜLEN KUR'AN MÜSLÜMANLIĞI SAPIKLIĞI !
Kur'ana uymayı sapıklık olarak dile getiren bir zihin, tabiî ki peygamberimizi konsere getirir


DOĞRU OLANI SAHABENİN İCMASI

ÜÇÜNCÜ DELİL: İCMÂ
Lügatte iki bakımdan “icmâ” ismi kullanılır: Birincisi, “bir şeye azmedip onda karar kılmaktır”. Buna örnek olarak bir kimse bir şeye azmettiğinde, “filanca kimse falancaya icmâ etti” denilir. Buna Allah’u Teâla’nın şu sözü işaret eder: فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ “O halde işinizi kararlaştırın.”[1] Yani “azmedin” demektir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü de buna işaret eder: لا صِيَامَ لِمَنْ لَمْ يَجمع الصيام مِنَ اللَّيْلِ “Geceden oruca icmâ etmeyenin orucu yoktur.”[2] Yani “niyetlenmeyin” demektir.
İkincisi ise, “ittifak etmektir”. Buna örnek olarak, bir topluluk bir hususta ittifak ettiklerinde “topluluk falanca hususta icmâ etti” denilir. Buna binaen her topluluğun ne olursa olsun bir husus üzerinde ittifak etmelerine “icmâ” denir.
Usulcülerin ıstılahında ise; icmâ, bir vakıaya ait hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair ittifaktır.
Fakat icmâları Şer’î delil olanların kimler olduğu hususunda ihtilaf çıkmıştır.
Bir grup; “ümmetin icmâsı Şer’î delil” demiştir. Buna binaen icmâsı şöyle tarif etmişlerdir: “Muhammed ümmetinin dini bir meselede özel olarak ittifak etmesinden ibarettir.”
Bir başka grup da; “Hal ve akd ehlinin icmâsı, Şer’î delildir” demiştir. Buna binaen şöyle demişlerdir: “İcmâ, Muhammed ümmetinden hal ve akd ehlinin bir asırda bir vakıanın hükmü üzerinde ittifak etmesinden ibarettir.”
Bir başka grup; “Müçtehitlerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir. Şöyle demişlerdir: “İcmâ; dinin içtihadî bir meselesi üzerinde bir asırdaki müçtehitlerin ittifakından ibarettir.”
Bir başka grup; “Medine ehlinin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.
Bir başka grup; “Rasul’ün ailesinin/ehli beytinin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.
Bir başka grup; “Raşid halifelerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.
Bir başka grup da; “Sahabelerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir. İşte hak olan budur. Zira Şer’î delil olarak itibar edilen icmâ, ancak sahabelerin icmâsıdır, başkası değil. Başkalarının icmâsı ise, Şer’î delil olmaz. Şer’î delil olarak itibar edilen icmânın, sahabelerin icmâsı olduğuna dair delil aşağıdaki hususlardır:
1-Sahabeler hakkında, Kur'an’da ve hadiste övgü gelmiştir.
Kur'an’da Allah’u Teâla şöyle demiştir: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.”[3] وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الآنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zeminden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”[4]لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمْ الصَّادِقُونَ (8) وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالآيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ “(Ganimet malları) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Rasulü’ne yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte sadık olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[5]
Hadislere gelince; Ebu said el-Hudri’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيَقُولُونَ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve yapacak. Onlara; aranızda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in sahabesinden olan var mı? denilecek. Onlar; evet, dediklerinde onlara kapılar açılacak/fetih onların olacak. Daha sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve operasyonu yapacak. Aranızda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabının ashabından var mı? denilecek. Evet, dediklerinde fetih onlar için olacak. Daha sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve yapacak. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabının ashabının ashabından var mı? denilecek. Evet, dediklerinde fetih onların olacaktır.”[6]
Bu hadiste Rasulullah’ın ashabına övgü gayet açık görülmektedir. Zira fetih onlara, onların ashabına ve onların ashabının ashabına ikram olarak verilmiştir.
Bir başka hadiste de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle diyor: إن الله اختار أصحابي على العالمين سوى النبيين والمرسلين “Allah, ashabımı nebiler ve Rasuller dışında alemlere tercih etti.”[7]
Bir başka hadiste de şöyle dedi: اهتديتم أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[8]
Allah’u Teâla’nın ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bu övgüsü, onların sözüne itibar edilmesine delâlet eder ve onların doğruluklarının kesinleşmiş bir husus olduğuna delâlet eder. Zira sadece övgü tek başına, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair delil olmasa da onların doğruluklarının kesinleşmiş bir husus olduğuna delildir. Böylece onların sözlerine itibar etmek, kesinleşmiş bir husus olur. Dolayısıyla onlar bir hususta icmâ ettiklerinde, icmâları doğruluğu kesinleşmiş bir icmâ olur, onlardan sonrakilerin icmâları öyle değildir.
Şöyle denilmez: “Allah tabiileri de övmüştür. Dolayısıyla onların sözlerinin doğruluğu da kesinleşmiş olur.”
Böyle denilmez. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, sahabelerde olduğu gibi değildir. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, hepsi için mutlak bir övgü olarak geçmemiştir. O övgü ancak sahabelere “ihsan ile” tabii olanlar hakkında geçmiştir. Dolayısıyla tabiilerin “ihsan ile” sınırlandırılması, övgünün tabiiler için mutlak olmadığını gösterir. Onun için tabiilerin tamamının sözlerinin doğruluğu kesinleşmiş olmaz. Bunun için tabiiler bu hususta icmâ ettiklerinde, icmâlarının doğruluğu kesinleşmiş sayılmaz.
Denilebilir ki; “Allah’u Teâla sahabelerden belirli fertleri övdü, Raşid halifeleri övdü, Ebu Bekir’i, Ömer’i, Ali’yi, Aişe’yi, Fatıma’yı, Zübeyr’i, Saad b. Ebu Vakkas’ı övdü, Ensarı övdü, İslâm ümmetini övdü. Dolayısıyla övgüyü sahabeye has kılmadı. O halde neden sahabelerin icmâsının doğruluğu kesinleşmiş oluyor da başkalarının ki kesinleşmiş olmuyor?”
Buna cevap şöyledir: Sahabelerden belirli şahıslara övgü, katî delille değil zannî delil ile geldi. Allah’ın kendisini övdüğü kimsenin sözünün doğruluğu kesinleşmiş olması için, o övgünün katî delil ile gelmesi zorunludur. İslâm ümmetine övgü, sahabelerden bir takım fertlere övgü, ahad hadislerle geldi, mütevatir hadislerle gelmedi. Bu övgüler Kur'an’da ve mütevatir hadiste geçmedi. Onun için ahad haberlerde geçen bu övgü, övülen kimsenin sözünün doğruluğunu kesinleştirmez. Sahabe vasfı ile sahabelerin durumu böyle değildir. Onlara övgü, Kur'an ile gelmiştir. Kur'an ise katî delildir. Onun için sahabenin icmâsının doğruluğu kesinleşmiştir.
Denilebilir ki; “Ehl-i Beyt’e övgü katî delille gelmiştir. Zira o, Kur'an ile gelmiştir. Allah’u Teâla şöyle demiştir: إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا “Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ricsi/günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[9] Ehl-i Beyt hakkındaki övgü işte böyledir. Dolayısıyla onların sözlerinin doğruluğu kesinleşmiştir. Böylelikle de icmâlarının doğruluğu da kesinleşmiş olur”
Buna cevap ise şöyledir: Ayetin sübutu katîdir, fakat delâleti katî değildir. Zira bir kısım insanlar Ehl-i Beyt’in; Ali, Fatıma ve onların çocuklarıRıdvanullahi Aleyhim olduğunu, çünkü bu ayet indiğinde Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onlara yönelerek, هؤلاء أهل بيتي اللهم “Allah’ım ِİşte onlar ehli beytimdir.” dediğini söylüyorlar.[10]
Bir kısım insanlar da Ehl-i Beyt’in Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşleriyle birlikte Ali, Fatıma ve çocuklarıdır, diyorlar. Zira bu ayetin öncesinde ve sonrasındaki ayetler buna delâlet etmektedir, diyorlar. Önceki ayet şöyledir: يَانِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى وَأَقِمْنَ الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ “Ey nebi hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Maruf söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve Rasulü’ne itaat edin.”[11] sonraki ayet de şöyledir: وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا “Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”[12]
Buna binaen Ahzab suresi 33. ayetinin, delâleti katî değil, delâleti zannî olmaktadır. Dolayısıyla her iki tefsire göre Ehl-i Beyt olanların icmâsının doğruluğunun kesinleşmiş olduğuna dair delil olmaz. Zira “Ehl-i Beyt” kelimesi, Şeriatın kendisi için lügat manasından başka bir mana koymuş olduğuna dair Şer’î bir delil gelmediğinden dolayı sadece lügat manası ile tefsir edilseydi, o zaman delâleti katî olurdu. “Ehl-i Beyt” kelimesinin dil bakımından kendilerine uygun düştüğü kimselerin –ki onlar; Rasul’ün eşleri, evlatları ve onların evlatlarıdır- icmâsı olurdu. Zira o zaman delâlet katî olurdu. Fakat madem ki “Ehl-i Beyt” kelimesinin tefsirinde; أهل “ehl” kelimesinin Şer’î bir manası olduğuna dair Şer’î bir delil rivayet edilerek, ihtilaf çıktı, o zaman ayetin, delâleti zannî olmaktadır, delâleti katî olmamaktadır.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; haklarında övgünün katî delille geldiği kimseler sadece sahabelerdir. Dolayısıyla sadece onların icmâsının doğruluğu kesinleşmiş olmaktadır.
2-Sahabeler; Kur'an’ı cem edenler, hıfz edenler, bize nakledenlerdir. Allah’u Teâla şöyle diyor: إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Zikri kesinlikle Biz indirdik. Elbette onu yine Biz koruyacağız.”[13] Onların naklettiği bu Kur'an, Allah’ın koruduğunun bizzat kendisidir. Dolayısıyla ayet, Kur'an’ın nakli hususunda onların icmâlarının doğruluğuna delâlet etmektedir. Çünkü Allah Kur'an’ın hıfzını vaadetti. Kur'an’ı indirildiği gibi cem edenler, hıfz edenler ve nakledenler de onlardır. Dolayısıyla bu, onların icmâlarının doğruluğuna dair delil olmaktadır. Zira ayette geçen, “Kur'an’ın hıfz edilmesi” tabiri, onu yok olmaktan korumak demektir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in vefatından sonra Kur'an’ı yok olmaktan koruyanlar sahabelerdir. Zira onlar onu, hıfz ettiler, cem ettiler, katî yolla bize naklettiler. Böylece onlar, Allah’ın Kur'an’ın hıfzı ile ilgili vaadini yerine getirenler olmaktadırlar. Kur'an’ın hıfzı, cem edilmesi ve nakli sadece onların icmâsı ile olmuştur. Dolayısıyla ayet, onların icmâsının doğruluğuna dair delil olmaktadır.
3-Sahabelerin, bir hata üzerinde icmâ etmeleri, aklen imkânsızdır. Onlar masum değillerdir. Dolayısıyla onların fertler ve gruplar halinde hata yapmaları mümkündür. Fakat hata üzerinde icmâ etmeleri aklen mümkün değildir, Şer’an da mümkün değildir.
Çünkü onların icmâlarında hata mümkün olsaydı, dinde hata da mümkün olurdu. Zira bu dini; Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in getirdiği din olduğuna dair icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz dinimizi onlardan aldık.
Onların icmâsında hata mümkün olsaydı, Kur'an’da hata da mümkün olurdu. Çünkü bu Kur'an’ı; Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e indirilenin Kur'an’ın bizzat kendisi olduğuna dair icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz Kur'an’ı onlardan aldık.
O halde, dinde hata imkânsızdır. Zira onun sıhhati hakkında katî delil getirilmiştir. Kur'an’da hata imkânsızdır. Zira onun önünden ve arkasından ona, batılın girmeyeceğine dair kesin delil getirilmiştir. Allah’u Teâla şöyle demiştir: لاَ يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ “Ona önünden de arkasından/sonrasından da batıl gelmez.”[14]
Dolayısıyla sahabelerin hatada icmâ etmeleri Şer’an imkânsız olmaktadır. İşte bu, onların icmâlarının Şer’î bir delil olduğuna dair katî bir delildir.
Ayrıca onların, bu dinin Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in getirdiği din olduğuna dair icmâları ve Kur'an’ın Allah’ın katından vahiyle Muhammed’e indirilenin bizzat kendisi olduğuna dair icmâları; bu dinin sıhhatine dair katî delil getirilmesi ile ve Kur'an’a önünden de ardından da batılın gelmediğine dair katî delil getirilmesi ile bu icmânın sıhhatine dair katî delil getirilmiş olmaktadır. Dolayısıyla sahabelerin icmâsının Şer’î hüccet olduğuna dair de kesin delil getirilmiş olmaktadır.
Buna binaen, dinde hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı ve Kur'an’da hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı sahabelerin icmâlarında hatanın olmasının Şer’an imkânsız oluşu, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair katî delildir. Dinin naklinde ve Kur'an’ın naklinde icmâlarının sıhhatine dair katî delilin getirilmiş olması, onların icmâlarının sıhhatine dair ve o icmânın Şer’î hüccet oluşuna dair katî delildir.
Bu ise, sahabelerden başkalarının icmâsında kesinlikle mevcut değildir, ne zamanlarında ne de onlardan sonra mevcut olmamıştır. Dolayısıyla sadece sahabelerin icmâsı Şer’î delil olmaktadır.
4-Sahabelerin icmâsı, Şer’î nâssın kendisinden kaynaklanmaktadır. Zira onlar, bir hüküm üzerinde, ancak Rasul’ün –ona isnad etmiş oldukları- sözü, fiili ve takririnden bir Şer’î delilleri olduğunda icmâ ediyorlardı. Dolayısıyla onların icmâları, bir delili keşfeder/gösterir. Bu ise, sahabe olmayanlar için söz konusu olmaz. Çünkü Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olanlar sahabelerdir ve dinimizi biz onlardan aldık. Dolayısıyla onların icmâları hüccet olandır. Bu icmâdan başka icmâlar hüccet değildirler.
Zira sahabeler, bir şey üzerinde ancak onun hakkında yanlarında rivayet etmedikleri bir Şer’î delil olunca icmâ ediyorlardı. Böylece sahabelerin icmâsı, bir delili keşfediyor olması vasfı ile Şer’î delil olmaktadır, sahabelere ait bir görüş olması vasfı ile değil. Zira sahabelerin görüşlerinin bir hususta ittifak etmesi Şer’î delil sayılmaz. Görüşlerinden bir görüş üzerindeki icmâları Şer’î delil sayılmaz. Bilakis, filanca hükmün Şer’î hüküm olduğuna ya da filanca vakıa hakkında Şer’î hüküm falan olduğuna ya da falan vakıanın hükmünün Şeriata göre filan olduğuna icmâları Şer’î delildir. Böylece sahabelerin muteber icmâsı, hükümlerden bir hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair icmâsıdır. Zira o icmâ, o hüküm için Şer’î bir delilin olduğunu delil rivayet edilmeden hükmün rivayet edildiğini gösterir.
Denilebilir ki; “Cumhura (âlimlerin çoğuna) göre, ümmetin icmâsı da mutlaka nâsstan veya kıyastan bir şeye dayanır. Yani Şer’î bir delile dayanır. Dolayısıyla onun da bir delili keşfettiği/gösterdiği söylenebilir.”
Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i görmeyenlerin sözlerinin bir delili keşfediyor olması söz konusu değildir. Çünkü bir delili keşfetmek; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sözü, fiili ve sükûtu Şer’î delil olup, onun dışındakilerin delil olmamasından dolayı ancak, Rasul’ü işiten veya gören kimse ile söz konusu olabilir. Zira delili keşfetmek, onu nakleden kimse ile olabilir, onu rivayet eden kimse ile değil. Nakletmek, nâssı sahibinden almaktır. Rivayet etmek ise, nâssı rivayet edenden almaktır. Dolayısıyla bir delili keşfetmek, ancak nakleden tarafından olabilir, rivayet eden tarafından olamaz. Bu ise, RasulullahSallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olanlar onlar olduğu için ancak sahabelerde mevcuttur. Onun için ümmetin icmâsı bir delile dayanır denilir. O zaman da onların dayandığı delil hüccet olur, onların icmâsı değil.
Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ailesinin icmâsı bir delili keşfeder. Onlar Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olmuşlardır. Dolayısıyla icmâları hüccet olur.”
Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ailesinden kastedilen eğer Ali, Fatıma ve onların çocukları ise, onların Rasulullah’a şahid oldukları ve sahabe oldukları doğrudur. Onların sahabeden olduklarına dair söz doğrudur ve uygun düşmektedir. Fakat onlar sahabelerin tamamı değillerdir. Böylece sahabelere uygun düşen onlara da uygun düşer. Dolayısıyla delili rivayet etmeden hükmü rivayet etmeleri caizdir. Fakat o Şer’î hüccet olmaz. Çünkü icmâlarında hatanın imkânsız olduğuna dair katî delil, sahabelerin icmâsı hakkında getirilmiştir. Rasulullah’ın ailesinin icmâsı hakkında getirilmemiştir. Onu için “delili keşfeder” sözünde muteber olan ancak sahabenin icmâsıdır, sahabelerinbireyleri değil. Dolayısıyla Rasul’ün ailesi, Rasul’e şahid ve sahabe olsalar da, onların icmâsı Şer’î delil olmaz.
Eğer, Rasul’ün ailesinden kast edilen, onlardan sonra Hasan ve Hüseyin’in zürriyetlerinde gelenler ise, onların sözleri hakkında “bir delili keşfeder” denilmesi doğru olmaz. Çünkü onlar, Rasul’e şahit olmadılar ve onlardan nakil de bulunmadılar. Onlar bir delili varsa, onlar onu, Rasul’den başkasından alıp rivayet olarak rivayet etmiş olurlar. Dolayısıyla onların sözleri bir delili keşfetmez.
İşte bu hususlar, sahabelerin icmâsının Şer’î bir delil olduğuna dair katî delildir. Sahabelerin icmâlarında hataya düşmelerinin Şeriata göre imkânsız oluşundan dolayı onların icmâlarının Şer’î hüccet olduğuna dair delil olarak yeterlidir. Ve bu, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna katî delildir. Başkalarının icmâsı hakkında böyle katî delil yoktur. Böylelikle sahabelerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair katî delil getirilmiş olmaktadır.
[1] Yunus: 71
[2] İbni Mace, K. Sıyâm, 1690
[3] Fetih: 29
[4] Tevbe: 100
[5] Haşr: 8-9
[6] Buhari, K. Menâkıb, 3376
[7] El-Bezzâr tahriç etti
[8] Razîn tahriç etti
[9] Ahzab: 33
[10] Tirmizi
[11] Ahzab: 32-33
[12] Ahzab: 34
[13] Hicr: 9
[14] Fussilet: 42

SAHABELERİN İCMASINDAN BAŞKA HİÇBİR İCMA ŞER’Î DELİL DEĞİLDİR
Sahabelerin icmâsından başka hiçbir icmâ Şer’î delil değildir. Çünkü onun Şer’î delil olduğuna dair katî delil getirilmedi. Bu hususta delil olarak ileri sürdüklerinin hepsi zannî delildir. Katî delil değil de zannî delil oldukları halde, onları delil olarak ileri sürmelerinden dolayı, iddia ettikleri icmânın Şer’î delil olduğuna dair o delillerle delil getirmelerinin bir anlamı yoktur.
“Ümmetin icmâsı”, “hal ve akd ehlinin icmâsı”, “müçtehitlerin icmâsı” hususlarında şöyle diyorlar:
* İcmâ’i Ümmet, Şer’î hüccettir, deyip buna Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil getiriyorlar: وَمَنْ يُشَاقِقْ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا “Kendisi için hidayet belli olduktan sonra, kim Rasule karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir.”[1]
Bu ayeti şu şekilde delillendiriyorlar: “Allah’u Teâla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmayı tehdit etti. Eğer o haram kılınmış olmasaydı, o fiili azap ile tehdit etmezdi. Onunla Rasul’e karşı gelmenin haram oluşu azap ile tehditte birleşmesi uygun olmazdı. Aynen küfür ile mubah olan ekmek yemenin azap ile tehditte birleştirilmenin uygun düşmemesi gibi. Dolayısıyla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmak haram olmaktadır. Onların yolundan başkasına tabi olmak haram kılındığında onların yoluna tabi olmak farz olur. Çünkü o iki yoldan başkası yoktur. Yani o iki yolun ortası da yoktur. Onların yoluna tabi olmanın vacib oluşundan ümmetin icmâsının hüccet olması gerekmektedir. Çünkü bir şahsın yolu, onun söz, fiil ya da itikattan seçtiğidir.”
Buna üç yönden cevap verilir:
1-Ayet her ne kadar sübutu katî ise de delâleti zannidir. Dolayısıyla ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun değildir. Çünkü o usulden olduğu için Şer’î delil olduğu katî delil ile ispatlanmalıdır. Dolayısıyla bu hususta zannî delil yeterli olmaz.
2-Ayette geçen الهدي “hidayet”, Allah’ın vahdaniyetine ve MuhammedSallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in nübüvvetine dair delil demektir, Şer’î hüküm demek değildir. Çünkü usulde “hidayet”, “dalâletin” karşıtıdır. Feri hususlara tabi olmaya “hidayet” denilmez. Onlara tabi olmamak ise fısk sayılır, “dalâlet” değil. Mü’minlerin kendisine uymaları vacib olan “mü’minlerin yolu” tabiri ise o, onların kendisi ile mü’min oldukları yoldur. O da “tevhittir”. Mubahta onların yoluna tabi olmak vacib olmaz. Onların yoluna farklı olan her hususu haram kılmak da vacib olmaz. Bilakis o bir tek şekle uygun düşmektedir. O da küfür ve benzerleridir, ki o da ihtilafsız usuldendir. Mü’minlerin yoluna tabi olmanın, onların kendisi ile mü’min oldukları hususa tabi olmayı gerektirdiğine delâlet eden, ayetin irtad eden bir adam hakkında inmiş olmasıdır. Ayetin nüzul sebebi ise indiği konuyu tayin eder, her ne kadar bu konuya uygun düşen her hususu kapsasa da. Dolayısıyla ayet, irtidât mevzuu hakkında hastır. Mü’minlerin yolunun hepsini kapsamaz.
3-Bir şeyin nehyedilmesi, zıddının emredilmesi demek değildir. Bir şeyin haram kılınması, zıddını yapmanın vacib olması demek değildir. Çünkü emrin ve nehyin delâleti, lügat delaletidir, akli ve mantıki delâlet değildir. Dolayısıyla Şeriat bir şey emrettiğinde, onun zıddını nehyetti demek değildir. Bir şey nehyettiğinde de onun zıddını emretti demek değildir. Dolayısıyla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmanın nehyedilmesi, onların yoluna tabi olmanın emredilmesi demek değildir. Bilakis onların yoluna tabi olmanın emredilmesi, o emre delâlet eden başka bir nâssın olmasına gereksinim duyar. Böylece mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olmanın haram kılınması, onların yoluna tabi olmayı vacib kılmaz.
Bu üç yön ile ayetin ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun düşmediği gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla onunla delil getirmek düşmektedir.
Şunu da dediler: “Ümmetin icmâsının hüccet olduğunun delili sünnettir. Zira ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir çok Hadis geçmiştir. Onlara şunlar örnektir:
* Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mes’ut, Ebu Sa’d el-Hudri, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Ebu Hureyre, Huzeyfe b. el-Yemân gibi sahabelerin büyüklerinin bu ümmetin hata ve dalâletten korunduğuna delâlette mana birliği içinde lafız farklılığı ile yapılan rivayetlerdir. Bu rivayetlerden bir kısmı Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözleridir:أمتي لا تجتمع على الخطإ “Ümmetim hata üzere icmâ etmez.”[2] إِنَّ أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ “Ümmetim dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”[3] وإن الله عز وجل لم ييكن ليجمع أمة محمد على ضلالة “Muhakkak ki, Allah Muhammed ümmetini dalâlet üzere icmâ ettirmez.”[4] لم يكن الله ليجمع أمتي على الخطإ “Allah ümmetimi hata üzere icmâ ettirmez/birleştirmez.”[5] سـألت الله عز وجل أن لايجمع أمتي على ضلالة فأعطانيها“Allah’tan ümmetimi dalâlette birleştirmemesini istedim. O da bu isteğimi bana verdi.”[6] فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ “Müslümanların güzel/iyi gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”[7] يد الله مع الجماعة ومن شذ شذ إلى النار “Allah’ın eli cemaat üzerindedir. Kendisini soyutlayan ateşle başbaşa kalır.”[8] فمن سره بحبوحة الجنة فليلزم الجماعة فإن يد الله على الجماعة وإن الشيطان مع الواحد وهو من الاثنين أبعد “Kimi cennetin ortası sevindiriyorsa, o cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kalan kimse ile beraber olup iki kişiden uzaktır.”[9] مَنْ خَرَجَ مِنَ الْجَمَاعَةِ قِيدَ شِبْرٍ فَقَدْ خَلَعَ رِبْقَةَ الْإِسْلامِ مِنْ عُنُقِهِ “Kim cemaatten bir karış ayrılarak dışarı çıkarsa, İslâm ilmiğini/bağını boynundan çıkartmış olur.”[10] من فارق الجماعة شبرا فمات ميتة جاهلية “Kim cemaatten ayrılıp ölürse, ölümü cahiliyye ölümü olur.”[11] الجماعة رحمة والفرقة عزاب “Cemaat rahmettir. Bölünmüşlük ise azaptır.”[12] وإن أمتي ستفترق على ثنتين وسبعين فرقة كلها غي النار إلا واحدة وهي الجماعة “Ümmetim yetmiş iki gruba ayrılacaktır. Bir tek grup hariç hepsi de cehennemdedir. O grup cemaattir.”[13] تبارك وتعالى لا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ على ناوأهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ “Allah’ın dini hakim olasıya kadar, ümmetimden hak üzere bir grup daima olacaktır. Onlar kendilerine karşı koyanlara üstün geleceklerdir.”[14] لا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ لا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ “Ümmetimden hak üzere bir grup daima olacaktır. Onlar üstün konumda olup, kendilerine muhalif olanların muhalefeti onlara bir zarar vermeyecektir.”[15]
Bunlar gibi daha birçok hadis vardır. Bunların sahabeler arasında kendileri ile amel edilen oldukları halen meşhur ve bilinen bir husustur. Bunları kimse inkâr da etmedi, red de etmedi. Dolayısıyla bunlar ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna delildirler.”
Buna üç yönden cevap verilir:
1-Bunların hepsi de mütevatir derecesine ulaşmamış ahad haberlerdir. Yakin/kesin ifade etmezler. Dolayısıyla ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair söz hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü Şer’î delil olma meselesi usuldendir. Dolayısıyla ona delâlet eden katî delilin olması kaçınılmazdır. Bunun için bu hadislerle bu hususta delil getirmek red edilir ve bu hadisler bu hususta delil getirme derecesinden düşerler.
Şu denilebilir: “Bu hadisler, her ne kadar her biri tevatür derecesine ulaşmamış olsa da aralarındaki “ümmetin ismeti/korunmuşluğu” ortak teması, birçok haberde varlığından dolayı mütevatirdir.”
Buna cevap şöyledir: Ahad hadisler arasında ortak temanın olması onları mütevatir yapmaz. Dolayısıyla o hadisler, ahad haberin herhangi bir hali üzere kalmaya devam ederler, mütevatir derecesine yükselmezler. Böylece de usulden bir asıl hakkında katî hüccet olmaya uygun olmayışları devam eder.
2-Bu hadisler, şu dört kısma ayrılırlar:
a-Bir kısmı, ümmetin dalâlet üzere icmâ etmeyeceğini belirten hadislerdir. Bunlarda icmânın Şer’î delil olduğuna dair bir hüccet yoktur. Çünkü dalâlet üzere birleşmemelerinin manası, İslâm’ı terk etmek üzere birleşmemeleridir. Yani ümmet İslâm’dan dönmek üzere birleşmez. Çünkü dalâlet, dini terk etmektir. Yani Allah bu ümmeti, İslâm dinini terk etmek üzere birleşmekten ve onları dönmekten korudu. Allah’ın ümmeti, dinden dönmekten korumuş olması, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir delil değildir.
b-Bir kısmı da, cemaate bağlı kalmaya ve ondan ayrılmamaya teşviki belirten hadislerdir. Bunlarda, bu hususta delil getirmek için bir yer yoktur. Çünkü ümmetin cemaat olarak varlığını devam ettirmesini, parçalanmamasını, onda dışarı çıkmamayı korumak, ümmetin icmâsının Şer’î delil olması demek değildir. Bunun bu konu ile bir alakası yoktur. Zira ümmetin icmâsının Şer’î delil olması konusu ile ümmetin cemaat olarak varlığı ve birliğinin korunması konusu birbirinden tamamen kopuk iki ayrı konudur. Ümmetin sözünün birleşmesi, hakkında geçen ayet ve hadislerde olduğu gibidir. Allah’u Teâla’nın, ولا تفرقوا “parçalanmayın”[16]demesi gibi. Bu birleşmeye ve parçalanmamaya teşvik, ümmetin icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmez. Onun için ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bu hadislerle delil getirmeye bir yer yoktur.
c-Bir kısmı da, ümmetten hak üzere varlığını devam ettiren bir grubun olduğunu belirten hadislerdir. Hak, batılın zıttı dır, hatanın zıttı değil. Hakka bağlı olmak, hatanın olmaması demek değildir, bilakis batılın olmaması demektir. Dolayısıyla ümmetin batıl üzere icmâsının nefyedilmesinin manası, dalâlet üzere icmânın nefyedilmesinin benzeri olmaktadır. Böylece bu hadisler, ümmetin hatada birleşmeyeceğine dair delil olmaya uygun olmaz.
Ayrıca sevap/hayır üzerinde bir cemaatin varlığı, doğru üzerinde ümmetin icmâsı demek değildir. Zira delil getiriş, ümmetin bir şey üzere icmâsının hüccet olduğuna dair olmalıdır, ümmetin bir şey üzere icmâ etmemelerinin hüccet olmasına dair bir delil değil. Zira delil olan, olumluluktur, olumsuzluk değil. Dolayısıyla bir cemaatin doğru üzerinde varlığını devam ettiriyor olması, icmâlarının doğru olmasını gerektirmiyor. Bu açıdan da, ümmetten hak üzere bir grubun varlığını belirten bu hadisler, ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun değildirler.
d-Bir kısmı da, ümmetin “hata” üzere icmâ etmediğini belirten hadislerdir. Bu hadisler, zayıf rivayetlerdir. Zira hadisin aslı şöyledir: إِنَّ أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ “Ümmetim dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”[17] Başka bir hadisin aslı şöyledir: لم يكن الله ليجمع أمتي على ضلال “Allah ümmetimi dalalet üzere icmâ ettirmez/birleştirmez.”[18] Bir rivayette de; ولا على خطأ “bir hatada birleşmez” denilmektedir. على خطأ “hata üzere” kelimesi zayıf rivayettir. Onun için bu hadislerle delil getirmeyi İmam El-Fahru El-Râzî şöyle diyerek zayıf buldu:
“Manevi tevatür iddiası, gerçekten uzaktır. Biz bu haberlerin toplamının tevatür derecesine ulaştığını kabul etmiyoruz. Zira bunun hakkında delil yoktur. Bunun öyle takdir edilmesi ise, ancak gösteriş ifade eder. Çünkü kesin olarak sabit olan ortak tema sadece ümmete övgüdür. Bundan dolayı onlardan hatayı imkânsız kılmayı gerektirmez. Zira hadislerin tamamında, hatanın onlar için imkânsız olduğu açıkça geçmemiştir.”
3-Bu hadisler, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, içerisinde sonraki asırları zemmettiği başka hadislerle çelişmektedirler. Bunlara örnekler şunlardır:
İmran b. Husayn RadıyAllah’u Anhuma Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediğini rivayet etti: خَيْرُ أُمَّتِي قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ قَالَ عِمْرَانُ فَلا أَدْرِي أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ أَوْ ثَلاثًا ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلا يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلا يُؤْتَمَنُونَ وَيَنْذُرُونَ وَلا يَفُونَ وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ “Ümmetimin en hayırlısı, benim dönemimde yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. -İmran dedi ki: Rasulullah kendi döneminden sonra iki mi yoksa üç dönem mi zikretti bilemiyorum.- Sonra sizin ardınızdan şahitlik etmesi istenmeden şahitlik yapan, kendisine güvenilmeyen, ihanet eden, adakta bulunup yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık yaygınlaşan bir toplum gelecektir.”[19]
İbrahim’den, o da Ubeyde’den, o da Abdullah’tan Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَجِيءُ أَقْوَامٌ تَسْبِقُ شَهَادَةُ أَحَدِهِمْ يَمِينَهُ وَيَمِينُهُ شَهَادَتَهُ “İnsanların en hayırlısı, benim çağımda yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra yemin etmeden önce şahitlikte bulunacak, şahitlikte bulunmadan önce yemin edecek bir topluluk gelecek.”[20] 
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki: ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ حَتَّى يَحْلِفَ الرَّجُلُ وَلَا يُسْتَحْلَفُ وَيَشْهَدَ الشَّاهِدُ وَلَا يُسْتَشْهَدُ “Daha sonra yalan yaygınlaşacak. Onlardan birisi yemin etmesi istenmeden yemin eder. Şahitlik yapması istenmeden şahitlik yapar.”[21]
Bunun gibi hadislerin tamamı ümmetin hata üzere birleşmeyeceğine dair hadislerle çelişmektedir. Bilakis bu hadisler, sonraki dönemlerin zemmine delâlet etmektedirler. Bu demektir ki, o dönemlerde ümmette hata var olur. Zira onda yalan, ihanet v.b. var olur. Bu da onların arasında sözü kabul edilmeyen kimselerin var olmasından dolayı, icmâlarının Şeriata göre bir değerinin olmadığına delâlet eder. Bu, önceki hadislerle çelişkidir. Çünkü önceki hadisler, ümmeti methetmişlerdi. Bu, ümmete her asırda meth/övgü demektir. Bu sonraki hadisler ise, sonraki asırları zemmetmiştir. Bu, fesadın ve yalanın yaygınlaşması nedeni ile sonraki asırlarda ümmeti zemmetmek demektir. Bunun için o hadislerle, ümmetin her asırdaki icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil getirilemez. Çünkü fesad ve yalanın yaygınlaşması sebebi ile sonraki asırlarda ümmetin icmâsının sıhhati yoktur. Bunun için önceki hadisler sadece Rasul’ün ve sahabelerin asrı olan ilk döneme hamledilirler. Böylece Rasul’ün ve sahabelerin dönemindeki ümmetin icmâsına dair delil olmaya uygun olurlar. Daha sonraki dönemler hakkında delil olmaya uygun olmazlar.
Bu üç yönden cevap, bu hadislerin tamamının, ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun olmadıklarını tespit etmektedir. Böylece bu hususta onlarla delil getirmek düşer. Ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek düşünce; hal ve akd ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek de, müçtehitlerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek de evla babından düşer. Zira onların Şer’î delil olduğunu söyleyenler, o hadisleri delil getirdiler. “Ümmet” ve “mü’minler” tabirleri, o hadislerin metinlerinde geçtiği halde, o hadisler, ümmetin icmâsına delil olmaya uygun olmayınca, elbette ki hal ve akd ehlinin icmâsına ve müçtehitlerin delil olmaya uygun olmamaları evla babından olur. Zira bu tabirler o hadislerin metinlerinde geçmiyor, onlar ancak “mü’minler” kelimesinden ve “ümmet” kelimesindenalınmışlardır. Böylece “ümmetin icmâsı, hal ve akd ehlinin icmâsı ve müçtehitlerin icmâsı Şer’î delildir” sözü reddolunur. Onlardan her icmânın Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır.
* Rasul’ün ailesinin icmâsı ile ilgili olarak da; Ehl-i Beyt ile Ali, Fatıma ve onların çocuklarını kast ederek “Ehli Beytin icmâsı Şer’î delildir” dediler. Buna da Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil getirdiler: إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا “(Ey Ehl-i Beyt!) Allah, sizden ricsi/günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[22] Böylece Ehl-i Beyt’ten ricsin giderilmesini, onlara hasrı ifade eden إنما -edatı ile bildirmiştir. Ayette geçen Ehl-i Beyt tabiri ile kast edilenin Ali, Fatıma ve onların çocukları olduğunu şu rivayetle delillendirilmiş oldu: “Bu ayet indirilince, NebiSallAllah’u Aleyhi VeSSellem elbisesini onlara döndürüp onu onların üzerine attı ve şöyle dedi: هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي اللهم “Allah’ım! İşte onlar ehli beytimdir.”[23] 
Rasul’ün ailesinin icmâsının delil olduğuna ve onların da Ali, Fatıma ve onların çocukları olduğuna dair Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözlerini de aynı şekilde delil getirdiler: إِنِّي تَارِكٌ فِيكُمْ مَا إِنْ تَمَسَّكْتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا بَعْدِي أَحَدُهُمَا أَعْظَمُ مِنَ الْآخَرِ كِتَابُ اللَّهِ حَبْلٌ مَمْدُودٌ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي “Muhakkak ki, ben size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı bir şekilde bağlı kalırsanız benden sonra asla sapıtmazsınız. Onlardan birisi diğerinden daha büyüktür. O da; semadan yere uzatılmış bir ip (kulp) olan Allah’ın Kitabı’dır. Ve (diğeri ise) ailem ehli beytimdir.”[24] إِنِّي قَدْ تَرَكْتُ فِيكُمْ مَا إِنْ أَخَذْتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا كِتَابَ اللَّهِ وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي “Muhakkak ki ben size, kendisine sıkı bağlı kaldığınızda asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve ailem ehli beytimdir.”[25] إني تارك فيكم الثقلين كتاب الله وعترتي “Muhakkak ki ben size iki çok önemli husus bırakıyorum; Allah’ın Kitabı ve ailem.”[26] Bir başka rivayette de; وَأَهْلُ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي “Ehl-i Beytim! Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.”[27]
Böylece Allah’u Teâla Ehl-i Beytten ricsi giderdi. Hata ise ricsdir. Dolayısıyla hata da onlardan giderilmiş olur. Hata onlardan giderilince icmâları hüccet olur...” demektedirler.
Buna cevap iki yöndendir:
1-Bu delil zannidir. Zira ayet her ne kadar sübutu katî olsa da delâleti zannidir. Çünkü onun tefsirinde ihtilaf edilmiştir, dolayısıyla zannî olmaktadır. Hadis ise ahad haberdir. Ahad haber zannidir. Buna binaen bütün delilleri zannî olmaktadır. Usulden bir asıl hakkında delil getirmek katî olmalıdır, zannî olması doğru olmaz. Böylelikle bu delilin, Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olması uygun olmaz. Çünkü bu husus, kesin delile gereksinim duymaktadır, bu delil ise zannidir.
2-“Ricsin” manası, “pislik” demektir. “Ricsin giderilmesi” pisliğin giderilmesidir. Burada “pislikten” kast edilen ise; Bu ayetin bu cümlesinden önceki cümle ve önceki ayetin cümlelerinde açıkça görüldüğü gibi, “şüphe” ve “töhmet” olan manevi pisliktir. Nitekim “rics” kelimesi, “manevi pislik” anlamıyla birkaç ayette geçmiştir. Onlar, Allah’u Teâla’nın şu sözleridir: فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنْ الآوْثَانِ “O halde putlardan (oluşan) pislikten kaçının.”[28] كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللَّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ “Allah inanmayanların üzerine böyle pislik indirir.”[29] وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ “O, akıllarını kullanmayanların üzerine pislik indirir.”[30] إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالآنصَابُ وَالآزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ “Şarap, kumar, dikili taşlar (heykeller/putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir.”[31]
Bunların hepsi de “manevi pislik” manasındadır. Dolayısıyla Allah’u Teâla’nın; لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ “O halde Allah sizden pisliği gidermek istiyor”[32] sözü, “sizden manevi pislik olan töhmeti gidermek istiyor” demektir.
Buna binaen, onlardan “pisliğin giderilmesi”; onlardan “hatanın nefyedilmesi” olmaz. İçtihatta “hata” pislik değil, bilakis sahibine sevap verilen bir husustur. Bunun delili de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ “Hakim(kadı ya da yönetici) hüküm verdiğinde içtihat edip isabet ederse ona iki ecir/sevap vardır, hata ederse bir ecir/sevap vardır.”[33] 
Bu da, Ehl-i Beytten “pisliğin giderilmesinin”, hatanın giderilmesi demek olmadığına, çünkü “hatanın” pislikten olmadığına delâlet etmektedir.
Ayrıca Allah’u Teâla’nın; إنما يريد الله “Allah ... istiyor” sözü, pisliğin nefyini Ehl-i Beyte hasretmek için değildir. Bilakis Allah, onlardan nefyettiği gibi onlardan başkalarından da nefyetmektedir. إنما -edatı için mefhumu muhalefet yoktur. Zira bu edat, hasr için kullanılır, te’kid için kullanılır. Dolayısıyla ona ait mefhumu muhalefet ile amel edilmez. Böylelikle Ehl-i Beytten pisliğin giderilmesi, başkalarından giderilmemesi demek değildir.
Ayrıca ayet, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşleri hakkında inmiştir. Bunun delili de ayetin öncesinde ve sonrasında var olan sözlerdir. Zira bu ayet üç ayetin bir cüzüdür.
Nitekim Allah’u Teâla şöyle demiştir: يَانِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى وَأَقِمْنَ الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا (33) وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا “Ey Nebi hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Maruf söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin içyüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”[34]
Bu ayetlerin, يا نساء النبي “Ey Nebi hanımları!” diye başlamasından da açıkça görüldüğü gibi, Rasul’ün hanımları hakkında inmiştir. Dolayısıyla bu ayetler Ehl-i Beyt hakkında inmemiştir, sadece Rasul’ün eşleri hakkında inmiştir.
Bu ayet indiğinde Rasul’ün elbisesini Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in üzerine örtüp هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي اللهم “Allah’ım! İşte onlar ehli beytimdir.”[35]dediğine dair rivayet edilen hadis ise, eşlerinin Ehl-i Beytten oluşunu nefyetmez. O hadis, ayetin her ne kadar Rasul’ün eşleri hakkında inmiş olsa da genel olduğuna delâlet eder. Zira o hadis, ayette geçen الاهل “ehl” kelimesinin genelliğine delâlet eder, Ali, Fatıma ve iki oğullarına özel olarak delâlet etmez. Bunu Zeyd b. Erkam’a Sakaleyn Hadisi ile ilgili soru hakkındaki rivayette geçenler teyid etmektedir. Zira ona Hüseyin sordu:“Rasulullah’ın Ehl-i Beyti kim ya Zeyd? Hanımları Ehl-i Beytten değil mi?” Dedi ki; “Hanımları, Ehl-i Beyttendir. Fakat onun Ehl-i Beyti, ondan sonra kendilerine zekât almanın haram kılındığı kimselerdir.” O; “Onlar kimlerdir?” dedi. O da dedi ki; “Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer’in ailesi, Abbas’ın ailesi.” Dedi ki; “Onların hepsine de zekât almak haram mı kılındı?” O da; “Evet.” dedi.”[36]
Bunlara binaen Ahzab suresi 33. ayeti, Rasul’ün ailesinin icmâsının hüccet olduğuna dair delil olmaz. Hadis ise; الثقلين “sakaleyn”den kast edilen; العترة “aile” değil, sadece Kitap ve Sünnettir. Nitekim bu Hadis hakkında Nebi’nin şöyle dediği de rivayet edilmiştir: كتاب الله وسنتي “Allah’ın Kitabı ve Sünnetim.”[37] Üstelik o hadis; كتاب الله وعترني “Allah’ın Kitabı ve ailem.” şeklinde rivayet edilmiş olsa da, ailenin icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmez. Çünkü “aile”; sadece Ali, Fatıma ve onların iki oğlu değildir, bilakis onlar ve ehli beytin tamamıdır. Onlar ise; Zeyd b. Erkam’ın Sakaleyn hadisi için yaptığı rivayet ile Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’ın bir hadisine göre; zekât almanın kendilerine haram kılındığı kimselerdir. O hadis de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: لا تَحِلُّ لِآلِ مُحَمَّدٍ أما علمت إن الصدقة “Muhammed ailesine sadaka helâl değildir.”[38]Dolayısıyla العترة “aile”, Rasul’ün ailesinin tamamıdır.
Ayrıca hadis, “aile”den kastedilen ne olursa olsun sadece Ehl-i Beyte sıkı bağlanmaya delâlet etmektedir, onların icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmemektedir. Onlara sıkı bağlanmak, başkalarına sıkı bağlanmamak demek değildir. Zira Rasul, sahabeyi örnek almayı talep etmişti. Şöyle demiştir: اهتديتم أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[39]
Raşid halifelerin sünnetine bağlanmayı talep etmiştir. Şöyle demiştir:فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[40]
Ebu Bekir ve Ömer’i örnek edinmeyi talep etmiştir. Şöyle demiştir: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[41]
Raşid halifelerin sözü, Şer’î delil değildir. Aynı şekilde Ebu Bekir’in ve Ömer’in sözü de Şer’î delil değildir. Zira tek başına övgü, sıkı bağlı olmak talebi, izlemek ve örnek almak talebi, onu Şer’î delil olduğuna dair bir hüccet değildir. Dolayısıyla Rasul’ün, Ehl-i Beyte sıkı bağlı olmak talebi de ayni şekilde, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet değildir.
Bütün bunlardan yukarıda geçen Sakaleyn hadisinin, Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun olmadığı açığa çıkmaktadır. Böylelikle Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna yukarıdaki ayet ve hadisle delil getirmek, düşer. Dolayısıyla Rasul’ün ailesinin icmâsının ve Ehl-i Beytin icmâsının Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır. Böylelikle onlar Şer’î delillerden sayılmazlar.
* Medine ehlinin icmâsı ile ilgili olarak da; “Medine ehlinin icmâsı hüccettir.” dediler ve buna Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler: وينصع طيبها إِنَّمَا الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا “Muhakkak ki Medine, körük gibidir. Habisini/kötüsünü atar ve tayyibini/iyisini arıtır.”[42]
Buna şöyle delil getirdiler: “Hadis kötülerin Medine’den nefyedildiğine delâlet etmiştir. Hata ise kötüdür. Dolayısıyla onun da ehlinden nefyedilmiş olması gerekir. Zira hata ehlinde olsaydı, Medine’de de olmuş olurdu. Ehlinden hata nefyedilince, onların icmâsı da hüccet olur.”
Buna cevap şudur: Hadis, Buhari ve Müslim’de sabittir. Buhari’deki metni şöyledir: “Cabir İbn Abdullah RadıyAllah’u Anhuma’dan rivayet edildiğine göre bir bedevi Arap Medine’ye geldi. İslâm’a girmek üzere Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e biat etti. Biraz sonra rahatsızlandı. Bunun üzerine Rasulullah’a gelip; “Benim biatımı kaldır.” dedi. Rasulullah bunu reddetti. Sonra tekrar “Benim biatımı kaldır” dedi. Rasulullah yine reddetti. Sonra Medine’den çıkıp gitti. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki: الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا وَيَنْصَعُ طِيبُهَا “Medine körük gibidir. Kötülerini atar. İyilerini arındırır.”[43]
Bu hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun değildir. Zira bu hadis ahad haberdir, yani zannidir. Dolayısıyla Şeriatın usulünden bir asıl hakkında hüccet olmaya uygun olmaz. Filanca hususun Şer’î delil olduğuna dair hüccetin katî olması kaçınılmazdır. Çünkü o, Şeriatın asıllarından bir asıldır. Bundan dolayı bu hususta bu hadis ile delil getirmek, düşer.
Ayrıca içtihatta hata, habis/kötü değildir, habis olması da doğru olmaz. Aksi halde hatalı müçtehide sevap verilmezdi. Ayrıca hatadan günah affedilmiştir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir: رفعَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ... إن الله “Allah ümmetimden hatayı... kaldırdı/affetti.”[44]
Habis ise nefyedilmiştir. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir: ثَمَنُ الْكَلْبِ خَبِيثٌ وَمَهْرُ الْبَغِيِّ خَبِيثٌ وَكَسْبُ الْحَجَّامِ خَبِيثٌ “Köpeğin pahası habistir. Fahişenin mehri/fuhuş ücreti habistir. Hacamat edenin kazancı habistir.”[45] Bunun gibi. hadisler vardır. Dolayısıyla “hata” ve “habis” birbirinden farklı şeyler olmaktadır. Buna binaen yukarıdaki hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaz. Dolayısıyla o hadisle bu hususta delil getirmek, düşer. Bundan, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delillerden olmadığı açığa çıkmaktadır.
* Raşid halifelerin icmâsı ile ilgili olarak da bazıları onun Şer’î delil olduğunu söyleyip buna Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler: فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[46]
Buna şu şekilde delil getirdiler: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, kendi sünnetine tabi olmayı vacib/farz kıldığı gibi onların sünnetine tabi olmayı da vacib kıldı. Onun sünneti için muhalif olmak düşünülmez. Onların sünneti için muhalif olmak da aynı şekildedir. Dolayısıyla onların icmâsı hüccet olmaktadır.
Raşid halifeler şu dört halifedir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali RadıyAllah’u Anhum. Raşid halifelerden kast edilenlerin onlar olduğuna dair delil Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: الْخِلافَةُ فِي أُمَّتِي ثَلاثُونَ سَنَةً ثُمَّ مُلْكٌ بَعْدَ ذَلِكَ “(Benden sonra) ümmetimde Hilâfet otuz sene olacaktır. Sonra eziyet verici yönetim olacaktır.”[47] Onların Hilâfet süreleri otuz yıldır. Böylece hadisle kastedilenlerin onlar olduğu sabit olmuştur. Ayrıca bu hadisi, zikredilen dört imamla örf tahsis etti. Öyle ki sanki o, onlara özel isim oldu. Dolayısıyla o halifelerin icmâları Şer’î delil olmaktadır.”
Buna cevap şudur: Bu hadis, ahad haberdir, yani zannidir. Dolayısıyla raşid halifelerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun olmaz. Çünkü o, usulden bir asıldır. Dolayısıyla onunla ilgili ona delâlet eden katî delil olması kaçınılmazdır.
Ayrıca, hadiste onların icmâsının hüccet olduğuna dair bir delâlet de yoktur. Zira hadiste olanın hepsi, onlara uymayı emretmektir. Onlara uymayı emretmek, onların sözlerinin Şer’î delil olması demek değildir. Buna delil; Rasul’ün, sadece Raşid halifeler değil, sahabelerden her sahabeye uymayı emretmesidir. Zira şöyle demiştir: أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم ا هتديتم“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[48]
Şu halde bu sahabeye uymayı emretmiştir, sadece onlara uymayı değil. Zira; فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ “Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra Raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”[49] hadisinde tahsis edilmeleri, أصحابي كالنجوم “Ashabım yıldızlar gibidir.”hadisindeki genelliğin yanında, o hadisin, uymayı sadece onlara tahsis edici değil de onların faziletlerini beyan oluşundan dışarı çıkarmaz. Böylelikle hadiste, Raşid halifelerin icmâsının hüccet olduğuna dair bir delâlet yoktur.
Üstelik “Raşid halifeler” tabiri ile kast edilen her Raşid halifedir, sadece o dört halife değildir. Hilafetin otuz sene olduğuna dair hadiste ise, sadece onların Raşid halife olduğuna dair bir delâlet yoktur. Zira her Raşid halife bu hadisin kapsamına girer. Mesela; Ömer b. Abdulaziz bu hadis kapsamına girer.
Ayrıca, “hadisi dört imamla örf tahsis etti” sözlerinin bir kıymeti yoktur. Çünkü kelimelerin delaletinde muteber örf ya da “örfi hakikat” diye isimlendirilen halkın örfü değil, lügat ehlinin örfüdür. Lügat ehlinin örfü ise “Raşid halifeler” kelimesine dört kişiyi isim olarak vermemiştir ki, “örfi hakikat” denilsin. Bu, ancak lügat ehli olmayanlar nezdinde âni/garip örf olarak isimlendirilir. Bunun ise, bir kıymeti yoktur. Onun için “Raşid halifeler” kelimesinin manası, her Raşid halifeyi kapsayan genel olarak kalmaya devam eder.
Böylelikle bu hadisle bu hususta delil getirmek, düşer. Dolayısıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin icmâları Şer’î delillerden bir delil olmaz.
* Ebu Bekir ve Ömer’in icmâsı ile ilgili olarak da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil getirdiler: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[50]
Bu hadis, bu hususta hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü ahad haberdir, yani zannidir. Ayrıca hadisin o ikisine uymayı talep etmesi, o ikisinin faziletine delaletten başka bir şeye delâlet etmez. Zira bu hadis de sahabenin tamamına uymayı talep eden; أصحابي كالنجوم “Ashabım yıldızlar gibidir.” hadisi gibidir. Dolayısıyla hadis, Ebu Bekir ve Ömer’in faziletine ve onlara uymaya delâlet etmektedir. Hadiste, o ikisinin sözlerinin Şer’î delil olduğuna dair bir delâlet yoktur. Dolayısıyla bu hadisle bu hususta delil getirmek düşer.
Bütün bunlardan sahabenin icmâsından başka her icmânın Şer’î delil olmadığı, kesinlikle Şer’i delillerden sayılmadığı açığa çıkmaktadır.
Asıl olan; mucize ile teyid edilmiş Sadık’tan (Rasul’den) başka birisinin sözüne başvurmamaktır. Çünkü ondan başkası için hata ve yalanın yolu açıktır. Yani hata ve yalana düşebilir.
Fakat sahabeler Rıdvanullahı Aleyhim’in icmâsına dinin sıhhati ve Kur'an’ın hıfzı/korunması bağlı kılınmıştır. Dolayısıyla bu, dinde hatanın imkânsız oluşu ve Kur'an’da hatanın imkânsız oluşu nedeni ile onların icmâlarında hatanın imkânsız olmasını gerektirmektedir.
Sahabelerin icmâsının hatadan korunması, onların sahabe oluşlarından kaynaklanmamaktadır. Zira nebilerin dışında masum kimse yoktur. İcmalarının hatadan korunması ancak dinin hatadan korunmasından, Kur'an’ın kendisine batılın gelmesinden korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu tebliğde hatadan korunmanın nebilerin hatadan korunmalarını gerektirmesi gibidir. Aynı şekilde; kendilerinden aldığımız dinin hatadan korunması, onların icmâlarının hatadan korunmasını gerektirmektedir. Bunun için, icmâlarının hatanın imkânsız oluşundan dolayı, sahabelerin icmâları hüccet olmaktadır. Zira, sahabelerin icmâlarında hata imkânsız olmasaydı, onların Kur'an’dan bir şeyi gizlemek üzerinde ya da Kur'an’a ondan olmayan bir şey katmak üzerinde icmâ etmeleri mümkün olurdu. Yani Kur'an’ı artırmaları veya eksiltmeleri mümkün olurdu. Rasul’e yalan isnadında icmâ etmeleri mümkün olurdu. Kur'an’da olmayan bir şeyin Kur'an’dandır diye nakledilmesi hatasına düşmeleri mümkün olurdu. Dinden bir şeyi gizlemeleri ya da dinden olmayan bir şeyi dine katmaları mümkün olurdu.
Bunların hepsi de; dinin sıhhatinin katî delil ile kesinleşmiş olmasından dolayı imkânsızdır. Kur'an’a, öncesinden ve sonrasından batılın gelmemesinin kesinleşmiş olmasından dolayı imkânsızdır.
Dolayısıyla, sahabelerin dinden ve Kur'an’dan bize naklettikleri hususta icmâlarında hatanın imkânsız olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı onların icmâsı Şer’î delildir. Onlardan başkaları böyle değildir. Bunun için sadece sahabelerin icmâları Şer’î delildir. Ondan başkası Şer’î delil değildir.
[1] Nisa: 115
[2] İbni Mâce,
[3] İbni Mâce, K. Fitne, 3940
[4] Taberânî, El-Kebîr’de rivayet etti.
[5] Ahmed b. Hanbel
[6] Ahmed b. Hanbel
[7] Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirîn min es’Sahâbe, 3418
[8] Tirmizi
[9] Taberânî, El-Evsat’ta rivayet etti
[10] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 17132
[11] Buhari
[12] Ahmed b.Hanbel
[13] İbn Mâce
[14] Ahmed b. Hanbel
[15] İbn Mâce
[16] Ali İmran: 103
[17] İbni Mâce, K. Fitne, 3940
[18] Taberânî
[19] Buhari, K. Menâkıb, 3377
[20] Buhari, K. Şehâdât, 2458
[21] Tirmizi
[22] Ahzab: 33
[23] Tirmizi, K. Menâkıb, 3719
[24] Tirmizi
[25] Tirmizi, K. Menâkıb, 3718
[26] İbn Esîr’in El-Nihaye’deki rivayeti
[27] Müslim, K. Fedâil es’Sahâbe, 4425
[28] Hacc: 30
[29] En’am: 125
[30] Yunus: 100
[31] Maide: 90
[32] Ahzab: 33
[33] Buhari- K. I’tisâm bi’l Kitâbi ve’s-Sünne 6805, Müslim
[34] Ahzab: 32-34
[35] Tirmizi, K. Menâkıb, 3719
[36] Müslim
[37] El-Hâkim, El-Beyhakî
[38] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. 7431
[39] Razîn tahriç etti
[40] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16521
[41] Tirmizi, K. Menâkıb, 3595
[42] Buhari, K. Ahkâm, 6671
[43] Buhari, K. Ahkâm, 6669
[44] İbni Mace, K. Talâk, 2035
[45] Müslim
[46] Ahmed b. Hanbel, Müs., 16521
[47] Tirmizi, K. Fitne, 2152
[48] Razîn tahriç etti
[49] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16521
[50] Tirmizi, K. Menâkıb, 3595

SAHABELERİN İCMASINDAN BAŞKA HİÇBİR İCMA ŞER’Î DELİL DEĞİLDİR

DİALOGCULARA DUYURULUR..!!Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog.!

Kalabalıkta Ağlayan Adamın Sırrı

Said Nursî'nin Hıristiyanlıkta vuku bulmasını beklediği tasaffi, yani arınmanın türü, Hıristiyanların İslâm'a girmek için dinlerini terketmesi değil; ondan ziyade, onların hayır olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleridir. Ehl-i Kitabı muhatap alan bir Kur'an âyetini tefsir bâbında Bediüzzaman, "Kur'an ... size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz, diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, ... tadil ve tekmil edicidir.
BU GİBİ KİŞİLERE KANMAMAK İÇİN İSLAMİYETİ ÖĞRENMEN LAZIM KARDEŞİM
ÖNCELİKLE ŞU İSLAM AKİDE’SİNİ
İSLÂM AKİDESİ
Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur : "Onlar zandan başkasına tabi olmazlar. Halbuki, zan haktan bir şey ifade etmez." [5] Bu hitapla akide hakkında konuşurken zanna tabî olanları teşhir edip azarlamıştır.
Allahu Teâlâ zanna bir delalet (sapıklık) olarak itibar etmiştir. Nitekim Allahu Teâlâ; "Eğer sen yeryüzündekilerin çoğunluğu
na itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar." [6] buyurmuştur. Allah zanna hiç bir zaman ilim (kesin delil) olarak itibar etmemiştir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu : "Onunla (inandıklarıyla) ilgili kendilerinde ilim (kesin delil) yoktur. Ancak, zanna uyarlar. Halbuki zan, haktan bir şeyi ifade etmez." [7]
[5] Necm : 28 
[6] En'am : 117 
[7] Nisa : 157

YOK İSTEMEZ DERSEN O ZAMANDA DOLANDIRICILARIN DOLANDIRMASINDAN ŞİKAYET ETMEYE HAKKIN YOK.

DEMOGOJİ YAPIYORLAR DOLANDIRICILAR.

FEYTULLAH GÜLEN-İCMASI BAŞLADI DİKKAT EDİN !SAHABELERİN İCMASINDAN BAŞKA HİÇBİR İCMA ŞER’Î DELİL DEĞİLDİR


http://www.koprudergisi.com/
------------------------------------------------------------------------

ES SELAM ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKETUHU

Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise «Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir» derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler.ALİ İMRAN-7

Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir.İsra-85

Sonra ailesinin bulunduğu yerle kendi bulunduğu yeri perde ile ayırmıştı. Biz ona, görevli olarak ruhumuz, meleğimiz Cebrâil’i gönderdik. Ona eli yüzü düzgün bir insan şeklinde göründü.Meryem-17

Meryem, 19/17

Fethullah Gülen 
25.05.2006
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَاباً فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَراً سَوِيّاً
"Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü." (Meryem sûresi, 19/17)
Hz. Meryem, ailesinden ayrılarak kaldığı yere nispeten daha bir doğuya çekildi; çekilmekle de kalmadı, ailesi ile kendi arasına bir sütre ve perde koydu. Bu asude ve kimsesiz yerde, insanlarla kendi arasına bir engel ve perdenin yerleştirilmesi, onun kadınlık hâllerini hissettirmeme hassasiyetinden, temizlenme ihtiyacından olabileceği gibi, sessiz bir ortamda ibadeti, teveccühü ve en mükemmel şekilde bir konsantrasyon yakalama adına da olabilir ki, siyakı bezeyen kelimeler bu mülâhazalara açık gibidir... Evet işte onun, bu ölçüde bir cismanî ve ruhanî nezaheti benliğinin derinliklerinde tastamam duyması sonucundadır ki, 5الطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ mantukunca, lebrîz edilmiş bu ruh ve tertemiz bir hâl almış o atmosferde, yeni bir ruh mesajıyla gelen Hz. Ruh temessül edivermiştir. Bununla insanlık yeniden dirilecek ve kıyamete kadar da bu dirilişler birbirini takip edecekti.
Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, âyet-i kerimedeki "...ruhumuzu gönderdik..."diye belirtilen ruh'un Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kur'ân "ruh" tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimiz'in ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem'in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu.[6]Bu açıdan da "ruh"un Efendimiz'in ruhu olabileceği de ihtimal dahilindedir. Ancak bu kat'î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat'iyet ifade etmezler.
[5] "Temiz kadınlar temiz erkeklere yakışır." (Nur sûresi, 24/26.)
[6] Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebir, 8/258.
http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/


Kuran’da böyle yazıp dururken kişi hala müteşabihlere girip yorum yapıyorsa bu kişi Ali imran-7 deki şu söze mutabık düşmüyormu ? Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler.
BUNLARDA GİZLİDEN GİZLİDEN HİRİSTİYANLIĞA ÇAĞIRMIYORLARMI.?
GÜYA İSA PEYGAMBERİN BABASI HZ.MUHAMMED OLMUYORMU DOLAYISI İLE BAK AKRABAYIZ DEMEK OLMUYORMU.?
DAHA BAŞKA KONULARDA VAR AMA ONUDA SONRA ANLATACAĞIM. İCMAİ ÜMMET GİBİ

8 Nisan 2014 Salı

Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar.. FEYTULLAH VE SİLSİLESİ

ES SELAM ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKETUHU

Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise «Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir» derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler.ALİ İMRAN-7

Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki; «Ruh Rabbimin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir.İsra-85

Sonra ailesinin bulunduğu yerle kendi bulunduğu yeri perde ile ayırmıştı. Biz ona, görevli olarak ruhumuz, meleğimiz Cebrâil’i gönderdik. Ona eli yüzü düzgün bir insan şeklinde göründü.Meryem-17

Meryem, 19/17  

Fethullah Gülen   
25.05.2006
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَاباً فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَراً سَوِيّاً
"Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, Biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü." (Meryem sûresi, 19/17)
Hz. Meryem, ailesinden ayrılarak kaldığı yere nispeten daha bir doğuya çekildi; çekilmekle de kalmadı, ailesi ile kendi arasına bir sütre ve perde koydu. Bu asude ve kimsesiz yerde, insanlarla kendi arasına bir engel ve perdenin yerleştirilmesi, onun kadınlık hâllerini hissettirmeme hassasiyetinden, temizlenme ihtiyacından olabileceği gibi, sessiz bir ortamda ibadeti, teveccühü ve en mükemmel şekilde bir konsantrasyon yakalama adına da olabilir ki, siyakı bezeyen kelimeler bu mülâhazalara açık gibidir... Evet işte onun, bu ölçüde bir cismanî ve ruhanî nezaheti benliğinin derinliklerinde tastamam duyması sonucundadır ki, 5الطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ mantukunca, lebrîz edilmiş bu ruh ve tertemiz bir hâl almış o atmosferde, yeni bir ruh mesajıyla gelen Hz. Ruh temessül edivermiştir. Bununla insanlık yeniden dirilecek ve kıyamete kadar da bu dirilişler birbirini takip edecekti.
Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibarıyla bütün tefsirler, âyet-i kerimedeki "...ruhumuzu gönderdik..."diye belirtilen ruh'un Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kur'ân "ruh" tabiri kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimiz'in ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helâl olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi, zira O bir münasebetle Hz. Meryem'in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu.[6]Bu açıdan da "ruh"un Efendimiz'in ruhu olabileceği de ihtimal dahilindedir. Ancak bu kat'î değildir, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller ise delillerle takviye edilecekleri ana kadar kat'iyet ifade etmezler.
[5] "Temiz kadınlar temiz erkeklere yakışır." (Nur sûresi, 24/26.)
[6] Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebir, 8/258.
http://tr.fgulen.com/content/view/1568/3/


Kuran’da böyle yazıp dururken kişi hala müteşabihlere girip yorum yapıyorsa bu kişi Ali imran-7 deki şu söze mutabık düşmüyormu ? Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler.
BUNLARDA GİZLİDEN GİZLİDEN HİRİSTİYANLIĞA ÇAĞIRMIYORLARMI.?
GÜYA İSA PEYGAMBERİN BABASI HZ.MUHAMMED OLMUYORMU DOLAYISI İLE BAK AKRABAYIZ DEMEK OLMUYORMU.?
DAHA BAŞKA KONULARDA VAR AMA ONUDA SONRA ANLATACAĞIM. İCMAİ ÜMMET GİBİ

5 saat · 
cübbelinin sapıklıkları 1 tane 5 tane değil ki. Mebzul miktarda var zaten kendisinde....
sapık cübbelinin akılsız takipçilerine...
YOUTUBE.COM
BeğenBeğen ·  · 
  • 2 kişi bunu beğendi.
  • Huseyin Sasmaz Ateşin içinde birbiriyle çekişirlerken zayıf olanlar o büyüklük taslayanlara:
    "Ateşin içinde birbiriyle çekişirlerken zayıf olanlar o büyüklük
    taslayanlara: "Biz size uymuştuk; şimdi ateşin birazını olsun bizden savabilir misiniz?" derler."
    Demek ki zayıflar da, büyüklenenlerle birlikte girecekler ateşe. Zayıf oluşları, körü körüne büyük bilinenlere uymuş, onların
    uydusu.olmuş olmaları bir işe yaramıyor! Davar sürüsü gibi hiç bir
    görüşe, hiç bir irade ve ihtiyara sahip olmayışları azaplarını hafifletmiyor!..
    Allah kendilerine keramet vermiştir, insanlık kerameti, şahsî
    mesuliyet meziyeti, dilediğini seçme hususiyeti... Onlarsa bu özelliklerin hepsinden uzaklaştılar. Bu İlâhî lütufları bıraktılar da bir
    takım ekâbir geçinen zalimlerin ve onlara taraftar olanların peşlerine düştüler...
    Hiç bîr vakit onlara: Hayır! demediler. Bunu söylemeyi dahi
    düşünmediler. Belki o taşkın güruhun kendilerine söylediklerini ve
    kendilerini sürükledikleri badirelerin sonucunu düşünmeyi dahi akıllarına getirmediler. "Biz size uymuştuk..."
    Allah'ın kendilerine verdiği bunca meziyetlerden uzaklaşmaları
    ve büyüklük taslayanlara uyuşları, yarın Allah katında, şefaatçi olmaları için değildir. Zira onlar - uyanlar - ateştedir; büyük bildikleri sürüklemiştir kendilerini oraya, tıpkı dünyada iken koyun sürer gibi... Sonra bu zayıf bilinen fakir tabaka, büyük bilip uyduklarına
    soracaklar: "..Şimdi ateşin birazını olsun bizden savabilir misiniz?."
    Nitekim henüz dünya hayatındayken onları doğru yola sevkettiklerini, fitne fesattan koruduklarını, başlarına gelecek zarar ziyan ve
    düşmanların hilesini önlediklerini iddia eder dururlardı...
    31 dk. · Beğen · 1
  • Huseyin Sasmaz AŞAĞIDA DİYORSUN MAHMUT EFENDİ ALLAH (HAŞA) YUKARIDA DİYORSUN PEYGAMBERİN YÜZÜ AYNI MAHMUT EFENDİ.
    BU ŞU DEMEK OLUYOR SİZLERDE AYNI HİRİSTİYANLAR GİBİ PEYGAMBERİ İLAHLAŞTIRIP KAFİR OLUYORSUNUZ.
    O ZAMAN BAKIYORSUN TÜRKİYEDEKİ ALİM DENENLERİN ÇOĞU HİRİSTİYANLIĞA ÇAĞIRI YAPIYOR.BUKALEMUN GİBİ.MÜSLÜMAN GÖRÜNÜP HİRİSTİYANLIĞIN AKİDESİNİ BU ÜMMETİN EVLATLARINA EMPOZE EDİYORSUNUZ.
    https://www.facebook.com/video/video.php?v=303165266385648
    ''Ete kemiğe büründüm Mahmut diye göründüm''.Haşa-.Mahmut Efendiyi kimse anlayamamış.!!!Cübbeli Ahmet