25 Eylül 2013 Çarşamba

ADNAN OKTAR 33 derece MASON olduğunu açıkladı !!

http://youtu.be/v20PuxeUr18

https://www.facebook.com/photo.php?v=583479761672839&set=vb.100000324607185&type=3&theater

HAYDAR DA ONLARDAN BİRİ




2 yıldan bu yana kendi halkını katleden Esed'e Haydar Baş'tan tam destek geldi. Baş, Esed'in gönderilmesi gerektiğini defalarca ifade eden Hükümete de sert çıktı:
Size ne oluyor?

Suriye'de kendi vatandaşı olan100 binden fazla insanı katleden, son olarak da yaklaşık 1500 kişiyi kimyasal silahlarla katleden Esed'e, Haydar Baş'tan açık açık destek geldi.

Esed'in vazifesini yaptığını, barışçı olduğunu, soğukkanlı davrandığını ve yerli yerinde hareket ettiğini dile getiren Haydar Baş, kendi kanalı Meltem TV'de Esed'i öve öve bitiremedi.

Esed’e katil diyenler için “Allah senin belanı versin, şerefsiz, köpek, hain” ifadelerini kullanan Haydar Baş, Türkiye'de hem siyasetçilerin hem de insanların Esed' karşı tepkilerine de ateş püskürdü.

"Sonra Türkiye'ye kim ne yaptı" diyerek, Türkiye'nin Esed'in katliamlarıne tepki göstermesine sert çıkan Haydar Baş, Allah belanızı verir dedi.

HİZBULLAH'I DA ÖVDÜ !

Hizbullah terör örgütüne de övgüler dizen Haydar Baş, Hizbullah'ın yanlış yaptığını duymadım görmedim ifadelerini kullandı.



Müslüman olduğunu söyleyen kişilerin çoğu bu gibi aşikar dolandırıcılara inanıyor ve bu günkü Müslümanların durumu ortaya çıkıyor.
EĞER SEN ADEMOĞLU SEN, SENİN YARATICININ SÖZLERİNİ DİNLEMEZSEN ,SANA VERİLEN AKLI KULLANMAZSAN BU GÜN MÜSLÜMANIM DİYENLERİN ÇOĞUNLUĞUNUN DÜŞTÜĞÜ DURUMA YARIN SENDE DÜŞECEKSİN UNUTMA..!!!
TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR.
https://www.facebook.com/photo.php?v=587722727976280&set=vb.343943299020892&type=2&theater

https://archive.org/details/MUSTAFAKEMALGERCEGI

24 Eylül 2013 Salı

Yahudilere toz kondurmayan harun yahya

http://youtu.be/kah1qsyrUSw

BAKARA SÛRESİ
(40) Ey İsrailoğulları !6 Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.

BAKARA SÛRESİ
(47) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.

BAKARA SÛRESİ
(83) Hani, biz İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

BAKARA SÛRESİ
(122) Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.

BAKARA SÛRESİ
(211) İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.

BAKARA SÛRESİ
(246) Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, "Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O, "Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?" demişti. Onlar, "Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda niye savaşmayalım" diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri hakkıyla bilendir.

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ
(49) Allah onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü'minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır."

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ
(93) Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat'ı getirip okuyun."

MÂİDE SÛRESİ
(12) Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah şöyle demişti: "Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekatı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkar ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır."

MÂİDE SÛRESİ
(32) Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitapta) şunu yazdık: "Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.

MÂİDE SÛRESİ
(70) Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat her ne zaman bir Peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.

MÂİDE SÛRESİ
(72) Andolsun, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle kafir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Kim Allah'a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur."

MÂİDE SÛRESİ
(7 İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.

MÂİDE SÛRESİ
(110) O gün Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkar edenler, "Bu ancak açık bir büyüdür" demişlerdi.

A'RÂF SÛRESİ
(149) İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz" dediler.

A'RÂF SÛRESİ
(13 İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, "Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana" dediler. Mûsa şöyle dedi: "Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz."

A'RÂF SÛRESİ
(137) Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.

A'RÂF SÛRESİ
(134) Üzerlerine azap çökünce, "Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz" dediler.

A'RÂF SÛRESİ
(105) Bana, Allah'a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.

YÛNUS SÛRESİ
(93) Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir

YÛNUS SÛRESİ
(90) İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, "İsrailoğulları'nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım" dedi.

İSRÂ SÛRESİ
(2) Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ve onu, "Benden başkasını vekil edinmeyin" diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.


İSRÂ SÛRESİ
(4) Biz, Kitap'ta (Tevrat'ta) İsrailoğullarına, "Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz" diye hükmettik.

İSRÂ SÛRESİ
(101) Andolsun, biz Mûsâ'ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, "Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!" demişti.

İSRÂ SÛRESİ
(104) Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: "Bu topraklarda oturun, ahiret va'di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz."

TÂ HÂ SÛRESİ
(47) "Ona gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selam, doğru yola uyanlara olsun.' "

TÂ HÂ SÛRESİ
(80) (Allah şöyle dedi)"Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr'un sağ yanını vadettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik."

TÂ HÂ SÛRESİ
(94) Hârûn: "Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum" dedi.

ŞU'ARÂ SÛRESİ
(22) "Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir."

ŞU'ARÂ SÛRESİ
(59) İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

ŞU'ARÂ SÛRESİ
(197) İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?

NEML SÛRESİ
(76) Şüphesiz bu Kur’an İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.

SECDE SÛRESİ
(23) Andolsun, biz Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur'an'a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık

MÜ'MİN SÛRESİ
(54) Andolsun, biz Mûsâ'ya hidayet verdik. İsrailoğulları'na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat'ı) miras bıraktık.

ZUHRUF SÛRESİ
(59) İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur.

DUHÂN SÛRESİ
(1 O şöyle demişti: "Allah'ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim."

DUHÂN SÛRESİ
(31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun'dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.

CÂSİYE SÛRESİ
(16) Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.

AHKÂF SÛRESİ
(10) De ki: "Ne dersiniz? Şâyet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şâhit de bunun benzerini (Tevrat'ta görerek) şahitlik edip inandığı halde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez."

SAFF SÛRESİ
(6) Hani, Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah'ın size, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim" demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler.

İRAN İSLAM DÜŞMANLIĞI

Bizans ile İran arasında, asırlarca süren bir düşmanlık mevcuttu... Fakat ne zaman ki İslâm, Arap Yarımadasına hâkim oldu ve
kilise; eski putperestliklerin artıklarıyla, Hz. İsa'nın sözlerini ve tarihini karıştırarak icad ettiği ve "Mesihilik" ismini verdiği bu dine
karşı o Hak dinin arzettiği tehlikeyi gördü...
O zaman İran
Bizans aralarında asırlardır devam eden tarihi husumetlerini unuttular ve bu yeni dine
karşı cephe aldılar.
TAA O GÜN BU GÜNDÜR İSLAM DÜŞMANI OLAN İRAN BU GÜN HİZBULLAH (HİZBUŞEYTAN) ADI ALTINDA SURUYEDE RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ İSTEYEN MÜSLÜMANLARA SALDIRIYORLAR.
DAHA DÜNE KADAR VE HALA İRAN DEVLETİNİN MÜSLÜMAN OLDUĞUNU SANIRLAR.İRAN TEHLİKESİ

İRAN'IN BU GÜNÜMÜZDE DE, SURİYE DEVLETİNDE İSLAM DEVLETİ İSTİYORUZ DİYEN MÜSLÜMANLARIN ÜZERİNE HİZBULLAH'I GÖNDERMELERİNDEN BELLİDİR.
HATTA ÇOĞU ALİMLERİN BU GÜNE KADAR HİZBULLAH ÖRGÜTÜNÜN KAMUFLE OLDUĞUNU ÇÖZEMEMİŞ İDİLER VE BU OLAYDA ÇÖZDÜLER.
işte o tarihten beri yahudiler, Islama ve müslümanlara karşı
oyunlarını devam ettirmişlerdir. Râşit halife Hz. O s m a n *ın öldürülmesi ile zuhur eden ve sonra İslâm cemiyetinin her tarafına sirayet eden o büyük fitnenin icadında en başta gelen unsur vazifesini
görmüşlerdir... Hz. Ali ve Muaviye arasındaki olaylarda
da fitnenin başı olmuşlar ve kirli ellerini hadise, siyere ve tefsir rivayetlerine kadar uzatmışlardır. Hatta İslam hilafetinin yıkılması
ve B a ğ d a d 'a yapılan Tatar saldırısının başlıca hazırlayıcısı olmuşlardır. ..
Modern tarihe gelince; yeryüzünün her bölgesinde müslümanların başına gelen felâketlerin arkasında yine onlar görünmektedir. İslâm dinini mahvetmek için yapılan her hamlenin arkasında onlar...
İslâm âleminin her yerinde bu hamleleri devam ettirip yaşatan her
kuruluşun arkasında yine onlar faaliyet göstermektedirler...
Yahudilerin durumu, bu... Ehl-i Kitabın diğer kolu olan hıristiyanların durumuna gelince; onlar da düşmanlık hususunda yahudilerden aşağı kalmazlar.
Bizans ile İran arasında, asırlarca süren bir düşmanlık mevcuttu... Fakat ne zaman ki İslâm, Arap Yanmadasına hâkim oldu ve
kilise; eski putperestliklerin artıklarıyla, Hz. İsa'nın sözlerini ve tarihini karıştırarak icad ettiği ve "Mesihilik" ismini verdiği bu dine karsı o Hak dinin arzettiği tehlikeyi gördü.
o zaman İran ve Bizans
aralarında asırlardır devam eden tarihî husumetlerini
unuttular ve bu yeni dine karşı müştereken cephe aldılar.
İRAN'IN BU GÜNÜMÜZDE DE, SURİYE DEVLETİNDE İSLAM DEVLETİ İSTİYORUZ DİYEN MÜSLÜMANLARIN ÜZERİNE HİZBULLAH'I GÖNDERMELERİNDEN BELLİDİR.
HATTA ÇOĞU ALİMLERİN BU GÜNE KADAR HİZBULLAH ÖRGÜTÜNÜN KAMUFLE OLDUĞUNU ÇÖZEMEMİŞ İDİLER VE BU OLAYDA ÇÖZDÜLER.
http://www.haber7.com/ortadogu/haber/1037345-kardavi-onlar-hizbullah-degil-hizbusseytandir
http://www.haksozhaber.net/mobi/news_detail.php?id=38167
http://tr.euronews.com/2013/06/02/hizbullah-a-karsi-cihat-cagrisi/
İran Şii lobisi İslam'a ve müslümanlara olan nefretlerini kusuyorlar:
''Sünniler ve hariciler kesinlikle necistir. Biz onların kesinlikle kâfir olduklarını söyledik. Hatta bazı durumlarda öldürülmeleri vaciptir. (İran Cumhuriyetinin kurucusu şii lider Humeyni. Kitabut Tarareh. Sayfa 456)
''Ey Âişe ve Ömer'in torunları !... Sizleri boğazlayacağız.. (Hizbuşşeytan'nın şii lideri Nasruşşeytan)
- Suriye'deki katliamların en büyük, siyasi, askeri, maddi desteği İran'a aittir. Suriye halkını asıl öldüren Şia lobisi'dir... İran askerleridir... 

Buy cheap web hosting service where fatcow web hosting review will give you advices and please read bluehost review for more hosting information.

MÜŞRİKLER KİMMİŞ

MÜŞRİKLER KİMMİŞ

Yazdır
Düzenle
Yayınlanma: Pazartesi, 29 Temmuz 2013


"Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."...

Şahitler diyorlar böyle... Şahitler de kimler ? Melekler, peygamberler ve onlara inanmış bulunan müminler... Veya bütün insanlar... 0 zaman bu rüsvaylık ve rezillik yığınlara insanın kümelendiği
mahşer sahasında olmaktadır... Veya Allah'ın onlar hakkındaki kararı Rabbanisi şahitlerin gözü önünde rezil ve rüsvay olduktan sonra
geliyor:
"Biliniz ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."...
Kimdir zalimler? Müşrikler. Allah'a yalan yere iftira atanlar.
Allah yolundan insanları alıkoymak isteyenler:
"Ve o yolu eğriltmeye çalışırlar."... .
Doğruluk istemez onlar. Doğru yolda yürümeyi hiç arzu etmezler... Onların istedikleri sadece eğrilik, yanlışlık, sapıklık ve dönekliktir. İstedikleri yol, hayat ve işlerin hepsinin de öyle olmasıdır. "Ve
onlardır âhireti inkâr edenler."... zamirinin ikinci defa tekrar edilmesi te'kit, suçun tesbiti ve teşhir sadedinde ortaya dökülmesi
içindir. '
Allah'a şirk koşanlar - ki onlar zalimler - hayatının hepsinin eğri
olmasını isterler. Zaten islam istikametinden sapmakla hayatları
bütünüyle eğrilmektedir. Allah'tan başkasına kulluk gerek hayat
sahasında gerekse ruh! alanda eğrilikten başka bir şey peyda etmez.
İnsanların Allah'tan başkasına kul olması ruhlarında zillet duygusu meydana getirir. Halbuki Allah insanların efendi ve şerefli bir
hayat sürmelerini irade buyurmaktadır. Allah'tan başkasına kulluk,
insan hayatında zulüm tecavüz, ve fesad meydana getirirki Allahüteâlâ insanlık için adalet ve hakkaniyet irade buyurmuştur... Yeryüzünde bir takım şişirme tanrılar ihdas edip etrafında davul zuma
çalarak büyütüp gerçek Rabbin yerine yerleştirmek için çalışarak
boş boşuna emek sarf ederler ve gereksiz yere kendilerini heba ederler. Çünkü bu sahte tanrılar cılız ve basit olduklarından gerçek Rabbin yerini bir türlü dolduramazlar. Bunların zavallı kulları da devamlı bir gayret içinde bulunurlar. Gece gündüz demeden çalışır,
çırpınır onları yüceltmek için uğraşırlar. Bütün dikkatleri bunların
üzerine çekmek için gece gündüz flaşlarını bunlara çevirirler. Bağırıp çağırarak ellerinde davul, ağızlarında zurna bu sahte tanrıları
şişirmeye çalışırlar. Ve böylece insanlığın enerjisi hayat için verimli
alanlarda kullanılıp üretime harcanacağına bu uğursuz ve iğrenç
meşguliyetlerle çar çur edilip gider. Durmadan kalkıp oturan bir gelip geçici gereksizliklerle mahvedilip tüketilir... Bundan daha büyük
bir eğrilik ve kötülük olur mu hiç? Bundan daha fena bir gereksizlik bulunurmu hiç ?
"Bunlar ?
Allah'tan uzak ve kulları Allah'tan uzaklaştırmak için çalışan
melunlar...
"Yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir."...
Allah'ı âciz bırakmak onların işi değildir. Eğer Allah dikseydi
daha dünyada yakalardı azabı ile kendilerini..
"Allah'a karşı duracak yardımcıları da yoktur."...
Onları Allah'ın azabından koruyacak veya kendilerine yardım
edecek kimseleri de yok. Allah sadece onları ahirete bırakıyor ki hem
dünya azabını hem de âhiret azabını çeksinler diye.
"Kat kat olacaktır onların azabı."...
İdrâkleri muattal, gözleri kapalı olarak yaşamışlardı onlar. Sanki gözleri ve kulakları hiç yok gibiydi.
' "Onlar işitmeye tahammül edemez ve göremezlerdi."...
"İşte bunlardır kendilerine yazık edenler."
En büyük hüsran ve kayıp budur işte. Kendisine yazık etmiş olan
kişi dünyaları da kazansa bir para etmez. İşte bunlar da kendilerine
yazık ettikleri için dünyada neleri var neleri yoksa kaybettiler. Bir
kere insanca yaşama şerefini ellerinden kaçırarak Allah'tan başkasına kulluk ettiler ve dinin verdiği ulvi seviyeye çıkmadılar. Ayrıca
dünya hayatının üstüne çıkarak çok daha değerli ve yüce mevkileri
elde etme imkânını yitirdiler. Âhireti inkâr ve Allah'a yalan iftira
etmekle bu duruma düşürdüler kendilerini. Onlar Allah ile karşılacaklarını hiç ümit etmiyorlardı. Düştükleri bu durum ve kendilerini
bekleyen azab ile de âhirette kendilerine yazık ettiler.
"Uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuştur."..
Kayboldu gitti Allah'a karşı uydurdukları şeyler. Yol göstermez
ve dertlerine çare aramaz oldular. Kaybolup gittiler şimdi onlar.
"Şüphesiz âhirette büsbütün zarar görecekler de bunlardır."...
Ki bunların kaybına, denk olmaz hiç bir kayıp. Bunlar dünyada
hem de âhirette kendi kendilerine yazık ettiler.
öbür tarafta da iman ehli olup sâlih amel isleyenler yer alıyor.
Rablerine iman edip te güvenen ve hiç bir şüpheye düşmeden bekleyenler bulunuyor:
"Doğrusu inanan ve sâlih ameller yapanlar ve Rablerine boyun
eğenler işte onlardır cennetlik olanlar. Ve orada ebediyen kalacaklardır."...
Güven, istikrar, emniyet ve huzur... İşte mü'minin Rabbi Zülcelâli karşısındaki durumu. Allah'a güveni ve bundan dolayı duyduğu iç huzuru kalb sükûnu emniyet ve istikrar, iman ve memnuniyet
"Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır kimse ile gören ve işiten
kimsenin durumu gibidir. İkisi bir olur mu hiç ? İbret almıyor musunuz hâlâ ?"...
Hissî bir manzara. Burada her iki grubun hâli de apaçık çıkıyor
ortaya. Birinci grup körler gibidir görmezler, sağırlar gibidir duymazlar hiç... Çünkü kendi duygu ve organlarını çalıştırmazlar gören göz duyan kulak sahibi kimseler yer alıyor. Böylece gözüyle
görüp kulağiyle işiterek doğru yolu buluyor onlar.
"İkisi bir olur mu hiç ?"...
Manzara canlı olarak gözler önüne serildikten sonra sorulan bu
sual cevap vermeyi dahi gerektirmiyor. Çünkü cevabı manzarada kesin olarak belirtilmiştir.
"İbret almıyor musunuz hâlâ
Mesele bu kadar açık olunca ibret almaktan öteye bir şey kalmaz. Çünkü apaçık duruyor ortada, daha başka şeylere ne gerek var.
Biz arapların putperestlik devrelerinde açıktan açığa insanları tanrıılaştırdıklarını bilmiyoruz. Sadece onlar benzer şekillerde insanları tanrılaştınyorlardı. İçtimaî mevzularda hükümlerini onlardan alıyorlar, tartışmaya girdikleri mevzularda onların hakemliğine baş vuruyorlardı. Yani yeryüzünün hâkimiyetini onlara vermiş oluyorlardı.
İşte Kur'an-ı Kerîm bu hali de bir şirk nevi olarak ifade ediyor ve onların diğer şekildeki putperestliklerine benzeterek aralarında fark olmadığını belirtiyor. Bu nevi şirk için İslâm'ın değerlendirme tarzı da böyledir.
Akide ve amellerdeki şirk gibi bir şirk nevidir bu da... Aralarında hiç bir fark yoktur.
Nitekim hahamların ve rahiplerin hükümlerini kabul edenleri de İslâmiyet .MÜŞRİKLER OLARAK Değerlendirmiştir. Halbuki onlar da hahamların ve
rahiplerin tanrı olduğuna inanmıyorlardı. Hatta onlara tapınmıyorlardı da. Bununla birlikte peygamber onları yine de müşrik olarak değerlendiriyor.

«Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar. Çağırmanız da. susmanız da onlar için birdir»...
«Allah'dan başka taptıklarınız putlar da, sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size gelsinler bakalım»... i
«Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var?»

«Ey insanlar: Size bir misal getirilmiştir, şımdi ona ıyı Kulak verin. Sizin Allah'dan başka taptıklarınız bir sinek bile yaratamazlar, velev ki bepsi bunun için toplansalar. Eğer sinek o putlardan bir şey koparsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar. Put da
zayıf ve âciz, matlûb olan sinek de âciz»...
«Allah'dan başka dostlar edinenlerin hali, kendine bir ev yapan örümceğin hali gibidir. Halbuki evlerin en zayıfı muhakkak
ki örümcek yuvasıdır. Eğer bilmiş olsalardı»...
Allah yoluna davet eden kişi yalnız ve yalnız Allah'a dayanır. Öyleyse Allah'ın dışında kalan dostlar ve dayanaklar neci oluyor?... Kendisine eziyet yapacak kudrete de sahip olsalar dâva adamının hissinde ne kadar yer işgal edebilirler?... Aslında eziyet
, ederken de yine kendisinin dostu'olan Rabbımin müsaadesi dahilinde eziyet edebilmektedir o... Yoksa Rabbı onu eziyetten korumaktan âciz değildir... Dostlarını muzaffer kılacak güçten uzakta değildir. Ama salih kullarını denemek, tecrübe etmek, seçip hazırlamak için imtihan etmektedir. Zalim kullarını da derece derece dalâlete sürüklemek, kuvvetli düzenlerle ona mühlet vermek iradesine mebnidir.
 Tevbe
31- Onlar Allah dışında hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa'yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti.
Okuduğumuz ayet, surenin bu kesitinin doğrusal bir uzantısıdır. Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; "Bu adamlar, yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre onlar, Allah'ın dinine bağlıdırlar."
Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor: Bu adamlar, yüce Allah'ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği inançlarından sonra pratik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek olarak yüce Allah'a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi. Bu tutumları ise yüce Allah'a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir. Buna göre onlar davranış ve pratik hayat düzeyinde gerçek dini din edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Allah'a inanmış değildirler.
Kitap ehlinin hahamlarını ve rahiplerini nasıl ilah edindiklerini anlatmadan önce Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- bu ayetin açıklamasına ilişkin sağlam kaynaklı sözlerine başvurmak istiyoruz. Çünkü kesin çözüm O'nun sözlerindedir.
Bu ayette geçen "Ahbar" terimi, "Hebr" ya da "Hıbr" sözcüğünün çoğuludur. Bu terim "Kitap ehlinin bilginleri" -daha çok yahudi bilginleri- anlamına gelir. Yine bu ayette yeralan "Ruhban" terimi ise "rahip" sözcüğünün çoğuludur. Bu terim, "Kendini ibadete adamış, dünyadan el-etek çekmiş kişi" anlamına gelir. Rahipler normal olarak evlenmezler, başkaca bir iş tutmazlar, geçim peşinde koşmazlar.
"Durr-ül Mensur" adlı kitabın bir yerinde şöyle deniyor: Tirmizi'nin, İbn-i Munzır'ın, İbn-i Ebu Hatem'in, Ebu Şeyh'in, İbn-i Murdeveyh'in, Beyhaki'nin ve diğer hadis dergilerinin bildirdiklerine göre, sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor; "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe suresinin `Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu. Ayeti bitirince bana dönerek şöyle buyurdu:
"Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapınıyorlar, ibadet etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar."
İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle deniyor: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Peygamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye döneminde hristiyan olmuştu. Bir ara kız kardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medine'ye geldi. -Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz `Onlar Allah'ın dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayeti okuyordu. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize `Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar' dedi. Onun bu sözlerine Peygamberimiz şu karşılığı verdi:
"Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir."
Tefsir bilgini Sudey, bu ayeti açıklarken şöyle der; `Onlar yüce Allah'ın kitabınıarkalarına atarak din adamlarının hükümlerine başvurdular. Bundan dolayı yüce Allah bu ayetin devamında `Oysa onlara sadece tek ilaha kulluk etmeleri emredilmişti' buyuruyor. Yani o tek ilah bir şeyi haram kılınca, o şey haram sayılacak, O'nun helal ilan ettiği şeyler helal bilinecek, koyduğu yasaya uyulacak ve verdiği hüküm yürürlüğe konacaktır."
Tefsir bilgini Alusi de bu ayeti şöyle açıklıyor; "Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre bu ayetteki ilah edinmekten maksat, Kitap ehlinin din adamlarını evrenin ilahları saydıkları, böyle bir inanç taşıdıkları değildir; buradaki ilah edinmekten maksat, onların din adamlarının kişisel emirlerine ve yasaklarına uymalarıdır."
Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kısaca değinmek istiyoruz:
1- İbadet, yasal hükümlerde Kur'an'ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu ayetlere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile hristiyanlar, hahamları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yüce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir olduklarına hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları, boyun eğmeleridir. İlahi hükmün tek sebebi budur. Ayrıca, inançta ve ibadetlerde Allah'tan başkasını ilah edinmiş olmak şart değildir. Sırf bu tutum, sahibini Allah'a ortak koşmuş duruma düşürür. Sırf bu sapıklık, sahibini mü'minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
2- Bu ayet hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan, onlarca konmuş yasalara uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa'ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah'a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır. Her iki sapıklık da sahiplerini mü'minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
3- İnsanın Allah'a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetkisini Allah dışındaki bir mercii, meselâ kullara tanıması yeterlidir. Bu sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da onlara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir. Az önceki iki paragrafımız bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Biz burada bu gerçeği bir kere daha vurgulamak istedik.
Gerçi bu ayetlerin içerdikleri gerçeklerin ilk amacı, o günkü islâm toplumuna egemen olan olumsuz şartlara karşı koymaktır, o günkü müslümanların kalplerindeki Bizanslılarla savaşmaya ilişkin tereddütleri ve fobileri silmektir, "Bizanslılar madem ki Kitap ehlidirler, o halde müzmindirler" şeklindeki ön yargının doğurduğu kuşku bulutlarını dağıtmaktır. Fakat bu gerçekler bu konudaki temel işlevlerinin yanısıra genel-geçerlidirler ve bu nitelikleri ile genel anlamda "dinin özü"nün ne olduğunu belirleme hususunda bize ışık tutarlar.
Gerçek din "islâm"dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini seçmiştir, bunun dışındaki bir dini hiç kimsele,r kabul etmez. Müslüman olabilmek için yüce Allah'ın ortaksız ilahlığına inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O'na sunduktan sonra, yasal hükümlerde de sırf O'na uymak şarttır. Eğer insanlar O'nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah'a inanmamış "müşrikler" sayılırlar. İstedikleri kadar "Biz müminiz desinler" faydasızdır. Çünkü yüce Allah'ın dışındaki bir merciin, meselâ bazı kulların koydukları yasalara uymaları bu damgayı yemeleri için yeterlidir. Böyle durumlarda insanların bu damgayı yemekten kurtulabilmeleri için kullar tarafından kendilerine empoze edilen yasalara karşı çıkmaları, onlara baskı altında uymak zorunda kaldıklarını kanıtlayan protesto nitelikli bir reaksiyon göstermeleri, yüce Allah'a yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını, onları bertaraf etmeye güçleri yetmediği için dişlerini sıktıklarını ortaya koymaları gerekir.
Günümüzde "din" kavramının sınırları, insanların kafalarında, alabildiğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler saymaktadırlar. İşte yahudilerin burada kınanan tutumu da böyle idi. Onlar bu anlayışları yüzünden okuduğumuz ayete ve Peygamberimizin bu ayete ilişkin yorumuna göre Allah'a inanmamış, O'na ortak koşmuş, O'nun sadece tek ilaha kulluk etmelerini buyuran emrine ters düşmüş sayılmışlar, ayrıca Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ilah edinmekle suçlanmışlardır.
Dinin başta gelen anlamı "deynunet" yani boyun eğmek, teslim olmak ve uymaktır. Bu tutum da ibadet amaçlı eylemlerin sunuluşunda olduğu kadar yasalara uymada da ortaya çıkar, somutluk kazanır. Bu mesele yüce Allah'dan başkalarının koyduğu yasalara uyanların sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah'ın ilahlığına inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah'a sunuyorlar diye kendilerini yüce Allah'a inanmış, müslümanlar saymaları en hafif deyimi ile kaba bir vurdumduymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce Allah'dan kaynaklanmayan yasaların egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah'ın otoritesine yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir tavır ortaya koymalıdırlar.
Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin karşılaştığı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine yönelttikleri en öldürücü silah budur. Dinimizin bu düşmanları, yüce Allah'ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve "Allah'ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle" suçladığı rejimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına "islâm" yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm yaftası yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı yaftaları yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir. Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci cümlesini bir kere daha okuyarak bağlayalım:
"Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti."

SENDE KENDİNİ SORGULA ACABA BEN BU AYETİN NEREİNDENİM DİYE ??? 


Esselamualeykum kardeşlerim;

Kafir hepinizinde bildiği üzere Allah'ı inkar eden kabul etmeyen demektir

Müşrik ise biraz farklıdır, Allah'ın varlığını kabul eder,yerleri ve gökleri Allah'ın yarattığını bilir fakat Allah'a ortak koşar , şirk eder, şirk kelimesi ise kelime anlamıyla ortak demektir, şirket kelimesi de bu kelimeden türemiştir
LTD ŞTİ , TİC ŞTİ vs.. gibi bu tür şirketlerde ortak şirketlerdir

Oysa Allah c.c. hiç bir eşi benzeri ve ortağı yoktur, İhals-ı Şerif suresi'de bunu için inmiştir, Hristiyanlar Hz. İsa (a.s) için Allah'ın oğlu, melekleri Allah c.c. kızları ve Meryem Annemizi de Allah c.c. haşa karısı diye kabul etmişlerdir.
işte Mekkeli müşriklerde Allah'ı kabul ediyorlar fakat dünyalarına , ticaretlerine,içkilerine,putlarına ve sapıklıklarına karışmamasını istiyorlardı.

Aşağıdaki ayette de geçtiği üzere
Zümer Suresi 38.Ayet: Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette "Allah'tır" derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar. 
Ebu cehil Peygamber Efendimiz s.a.v'e gelerek, bak dedi biz seninle bir anlaşma yapalım, sen ve arkadaşlarının namazına karışmicaz,orucunuza karışmicaz,hac da yapabilirsiniz ama sende gelip Allah var içki haram,faiz haram , zina haram, kadınlar kapansın vs. demicek bizim dünya işlerimize dini karıştırmayacaksın dedi,
yani senin Rabbin bizim dünyamıza karışmasın dedi, işte bu günkü insanlar da yönetim şekllimizi değiştirip din ve dünya işleri ayrıdır demedilermi ,hala demiyorlarmı, bunların Ebu Cehilin zihinyetiyle aynı olmadıklarını kim iddia edebilir.
Başımızdaki bazı zihniyetlerinde yaptıkları aynı şey değilmi? aynı şeyi yapmıyorlarmı, namaza karışmıyorlar,oruç tutmana,hacca gitmene karışmıyorlar,dini sadece namaz ve oruçla sınırlıyorlar.Fakat iş baş örtüyle gelince bu şekilde gelme burada islam değil medeni kurallar geçer demiyorlarmı? Sakalla giremezsin demiyorlarmı? İçki içme, zina yapma,kumar oynama, faiz yeme dediğiniz zaman işler değişmiyormu? ama onların anlaşmalarına uyduğunuz sürece sizin namazınza orucunuza , haccınıza karışmıyorlar aynı 1400 yıl evvelki Ebu cehilin yapmak istediği anlaşma gibi , fakat islam dini sadece ahret için değil bu dünyanın düzeni içinde gerekli değilmi, Allah c.c. hem bu dünyamızı hemde ahiretimizi düzene sokmak için göndermedi mi emir ve yasakları , dini sadece vicdanlarda haps eden bir zihniyet var, dini caminin dışına çıkarmayın diye bir dayatma var,haramlar serbest hale geldi , helaller yasak hale geldi. Din sadece namaz ve oruçtan ibaretmiş gibi bir hava estirdiler yıllarca.Kur'an'daki emir ve yasaklar, haram ve helaller sadece hikaye okur gibi okuyup geçmek için değil , bütün hayat alanımızda uygulamamız için indirildir ev,iş,hukuk,kanun,aile,arkadaş,akraba vs.. gibi bir çok alanda islam dinini yaymamızı ve en adaletli olan yüce Rabbimizin kanunlarını yeryüzüne yaymamızı emretti Allah c.c.
Ebu cehiller kıyamete kadar bitmez biz davamıza sahip çıkalım,müslümanı ve müşriki birbirinden ayırt edelim

Hatta ben sizlere aklıma gelmişken bir yahudi oyunundan daha behsetmek istiyorum ülkemizde maşaAllah hafızlık yapmak serbest ve en çok hafız yetiştiren ülke Türkiyemiz , fakat Arapça okumak yasak neden biliyormusunuz, çünkü Arapça öğrenirsek Kur'anı Türkçe meallerden değil direk anadilinden orjinal bir şekilde anlarızda Yahudi ve Hristiyanın oyunu bozulur insanlar uyanır diye bizleri en azından hafızlığı serbest yapalımda tamamen din yasaklandı demesinler oyunumuz meydana çıkmasın diye sus payı olarak verilen bir serbestliktir, yani bir şeyi serbest ediyorlar fakat yine amaçlarına ulaşıyorlar,Arapça okumak okutmayı yasaklıyorlar hiç bunları düşündünüzmü? İçinizde Arapça okuyan veya bilenler beni biraz daha iyi anlarlar, çünkü Kur'an'ı türkçe kelimelerle anlatmak tam orjinal şekilde anlatmak mümkün değil fakat Arapça çok zengin bir dildir, herkesin öğrenmesini tavsiye ederim o zaman bir harften veya bir harekeden ne kadar mana çıkıyor hayretler içinde kalacaksınız, ve o kadar tatlı bir dilki öğrenmek okumak gün geçtikçe daha da zavk veriyor.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun.


"Ortak (şirk) koşan" kimse. Kelimenin kökünü "ortak koştu" manasını taşıyan eşreka mazi fiili meydana getirir. Bu kelime if'âl bâbındandır ve müşrik kelimesi de eşreka fiilinin ismi failidir. İslami istilahta şirk, Allah Teala (c.c.)'ya inanmakla birlikte, kudret ve kuvvette ona denk başka Allahların da var olduğunu kabul etmek demektir.

Açıktan açığa, hiç bir engel tanımaksızın Allah(c.c.)'a ortak koşan, birkaç ilahın varlığını kabul edenler "zahirî müşrik" olarak isimlendirilirler. Mecusîler gibi. İslâm dininin esaslarını reddeden, "la ilâhe illallah" akidesini kabul etmeyen ve bunları açıkça ilan edenler de "hakiki müşrik" olarak isimlendirilirler. Yahudi ve Hristiyanlar "hakiki müşrik" grubuna dahil olmaktadırlar. Bilindiği gibi "la ilâhe illallah" akidesi, Allah (c.c.)'tan başka Allah olmadığı, O'nun ortağının, eşi ve benzerinin bulunmadığı esasına dayanır. Yahudi ve Hristiyanlar, bu esası kabul etmeyerek Allah (c.c.)'a şirk koşmuşlardır. Allah Teâlâ (c.c.). Yahudi ve Hristiyanların bu tutumları hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de; "Yahudiler "Uzeyr Allah'ın oğludur", Hristiyanlar da "Mesih (İsa) Allah'ın oğludur" dediler. Bu, daha evvel kâfir olanların sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah'tan bulsunlar. Nasıl da uyduruyorlar. Bunlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryemoğlu İsa'yı tanrılar edindiler. Halbuki onlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emr olunmâmışlardır. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, bunların eş tutageldikleri her şeyden münezzehtir" buyurmaktadır (et-Tevbe, 9/30-31).

Allah'a (c.c.), şirk koşmanın küfür olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Açıkça anlaşılmaktadır ki Allah(c.c.)'a şirk koşmak O'nun ilahlık sıfatını kabul etmemek demektir. Ve Allah Teala (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de:

"Ey iman edenler, müşrikler necistir. Onun için bu yıllarından sonra onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse kendi fazlından sizi zenginleştirir. Çünkü Allah gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlünün haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, ta boyun eğip itaat ederek cizyeyi verinceye kadar savaşın " (et-Tevbe, 9/28-29) buyurarak, müşriklerin necis olduğuna hükmetmekte ve mü'minlerin müşriklere karşı takınmaları gereken tavrı en anlaşılır şekilde gözler önüne sermektedir.

Bu ayette geçen "müşrik"ten maksat, müfessirlerin çoğunluğuna göre, putlara tapanlardır. Zira müşrik kelimesi, Allah(c.c.)'tan başkasını ilah kabul ederek, onlara tapan kimseler için kullanılmaktadır. Kitap ehli ise, her ne kadar kâfir olsalar bile, müşrik olarak kabul edilemezler.

Bazı âlimlere göre ise "müşrik" kelimesi ister putperest, ister kitap ehli olsun, bütün kâfirleri ifade eder. Çünkü Allah Teâlâ (c.c.) "Yahudiler "Üzeyr Allah'ın oğludur" dediler.

"Hristiyanlar da Mesih (İsa) Allah'ın oğludur" dediler..."Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i tanrı edindiler... Allah, koştukları eşlerden münezzehtir" (et-Tevbe, 9/30-31) âyeti lâfızlarında, kitap ehlinin de açıkça şirk koştuklarını beyan etmektedir. Bu âyet-i kerimedeki açıklamalardan hareket edilerek, ikinci görüşün sahih olduğu kabul edilmiştir.

Şirk, Allah Teâlâ (c.c.)'nın bağışlamayacağı bir günahtır. Zira Allah Teala (c.c.); "Elbette Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimseye bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, çok uzak bir dalâlete düşmüş olur" (en-. Nisa, 4/116) buyurmakta ve mü'min kullarını her türlü şirk günahına karşı ikaz etmektedir.

Ebu Bekr'e (Nufey) (r.a.)'dan Rasulullah(s.a.s.)'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Rasulullah (s.a.s.) üç defa "büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?" buyurdu. Ashab, "evet, bildir yâ Rasûlallah" dediler. Rasulullah (s.a.s.) "Allah'a şirk koşmak, anaya babaya eziyet etmektir" buyurdu. Sonra dayanmakta iken doğrulup oturdu. Hemen; "İyi dinleyin, bir de yalan yere şehadettir" buyurdu. Rasulullah bu sözü durmadan tekrar ediyordu. (O derece tekrarladı ki) hattâ biz "keşke sussa" diyorduk (Sahih-i Buhârî, Tecrîd-i Sarih tercümesi, VIII, 69, Hadis No: 1148).

Müşriklerin Kâ'be'ye yaklaşmaları yasaktır. Nitekim Kur'ân'da: "Ey iman edenler, müşrikler necistirler. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Harâma yaklaşmasınlar" (et-Tevbe, 9/28) buyurulur. Çünkü müşrikler İslâm'a göre temizliğe dikkat etmezler, gusletmeleri gerektiğinde yapmazlar, esâsen müşrik olmaları nedeniyle manen pistirler; maddi temizliğe ne kadar dikkat etseler de, manevi pislikten kurtulamazlar. Halbuki Mescid-i Harama girmek için maddî ve manevî temizlik şarttır... Müşriklerin Mescid-i Haram'a ibadet maksadıyla girmeleri kesinlikle yasaktır. Ancak bunun dışında, bazı sebeblerle, Mekke'ye ve Mescid-i Haram'a girmelerine -müslümanların gözetimi altında izin olup olmadığı hususunda imamlar farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:

a) İmâm Mâlik'e göre, gerek Mescid-i Haram'a gerekse diğer mescidlere kâfirin girmesi yasaktır.

b) İmam Şafiî'ye göre kâfir özellikle Mescid-i Haram'a sokulmaz. Onun için Şafiî mezhebinde, emiru'l-mü'minin Mekke'de olsa ve müşriklerin elçisi gelse, onu Harem dışında karşılar, Hareme sokmaz. Hattâ bir müşrik gizlice Mescid-i Haram'a girse; hastalanıp ölse ve defnedilse; mümkünse, kemikleri çıkarılır.

c) İmam-ı Azâm'a göre ise, bunlara Mescid-i Haram'da Hac ve Umre yasaklanır. Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar demek, Hac ve Umreye gelmesinler demektir. Diğer mescidlere ve Hac dışında diğer maksatlarla geldiklerinde, müşriklere bazı şartlarla izin verilebilir. Nitekim Rasûlüllah, Mescid-i Nebevi'de, Sakif ve Necran kabilelerinin heyetlerini kabul etmiştir (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, III, s. 2502).

İslâm inancına göre müşriklere ve müşrik ataya mağfiret dilenmez. Kur'an'da şöyle buyrulur: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve mü'minlere yaraşmaz"(et-Tevbe, 9/113). Çünkü en önemli mesele inançtır. İslâm'ın hareket metodu ve temel kaidesi yalnız inanç bağı çevresinde toplanma temeline dayanır. Kâfirler ve müşrikler ise cehennemliktirler. Onun için bir mü'minin cehennemlik bir müşrike mağfiret isteğinde bulunması doğru değildir. Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste de, Hz. İbrahim (a.s.)'ın kıyamette babası için mağfiret talebinde bulunması üzerine, Cenab-ı Hakkın: "Ya İbrahim, Ben Cenneti kâfirlere haram kıldım" buyuracağı hikâye edilmektedir (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, s. 109; Ayrıca bk. Mümtehine, 60/4).

Müşriklere Benzeme

İslâm her bakımdan diğer dinlerden farklı ve kendine has özellikleri olan bir din olduğu için; bağlılarının şahsiyet sahibi kimseler olarak yaşamalarını ister ve onların başka din mensuplarını taklid etmelerini, onların uydusu olmalarını yasaklar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): "Her kim bir topluma benzemeye çalışırsa, o benzemeye çalıştığı toplumdandır" (Ebu Davud, Feyzu'l-Kadir, Hadis No: 8593) buyurur. Hadis yorumcusu Abdurrauf Münavi bu hadisi şöyle açıklar: "Kişi, içiyle dışıyla onları tasvib eder, onların gelenek ve göreneklerini benimser, onlara ait işlerle tanınır, onları yapar, kılık kıyafet ve benzeri işlerde onlarla bütünleşir, onlarla iç içe yaşarsa; onlardan sayılır. Onların düzenlerinin üstünlüklerini kabullenmek onlara benzemektir. Kişi beğendiği, takdir ettiği kimseyi taklid eder, ona uyar, uymaya çalışır."

İslâm dini ise Yahudilik, Hristiyanlık dahil İslâm dışı bütün düzenlere benzemeyi reddeder. Hattâ Hz. Peygamber açık bir şer ve zarar görülmeyen hususlarda bile onlara benzememeği emir buyurmuşlardır: "Müşriklere (her hal ve hareketinizde) muhalefet ediniz (ve benzemeyiniz). Sakallarınızı bırakınız, bıyıklarınızı kesiniz " (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, s. 110-111).

Müşrik Çocukları

Müşriklerin çocukları, âhirette nereye gideceklerdir"? Cennete mi, Cehenneme mi? Bu konu İslâm bilginleri arasında tartışma konusu olmuştur. Bu görüşler üç noktada toplanabilir:

1- Müşrik Çocukları babalarına tabidir.

2- Müşrik Çocuklarının cennetlik veya cehennemlik oldukları hakkında birşey söylenemez.

3- Müşrik Çocukları cennetliktir.

Geniş araştırma ve tetkik sahibi İslâm bilginlerine göre, aklı olmayan ve bülûğ çağına erişmeyen çocuklar (müslüman olsunlar-müşrik olsunlar) cennetliktirler. Bunlar "Biz hiç bir akıllı toplumu peygamber göndermedikçe azab etmeyiz" (el-İsra, 17/15): ayetini delil gösterirler.

Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Hz. Âişe anlatır: "Hz. Hatice (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s)'e müşrik çocuklarının durumunu sordu. Rasulullah;

"Babalarıyla beraberdir" buyurdu. Sonra bir kere daha sordu: "Allah'u Teâlâ, nasıl yaşayıp nasıl öleceklerini bilir" cevabını verdi. Sonra üçüncü bir defa daha, İslâm kuvvet kazanmaya başlarken sordu. Bu esnâda;

"Yüklü bir kimse, başkasının yükünü yüklenemez; hiç bir günahkâr başkasının günahından dolayı sorguya çekilmez" (el-Fatır, 35/18) âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber de; "Müşriklerin çocukları İslâm yaratılışındadır (yahut cennettedir) diye cevap verdi..." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, s. 593).

Yalçın ÇETİNKAYA